Ahi

Türk-İslâm tarihinin önemli şahsiyetlerinden olan Ahi Evran’ın hayatını anlatıyor kitabımız. Çok büyük hizmetleri olmasına rağmen, ön plana Ahilik Teşkilatının kurucusu olarak çıkıyor. Açık sözlü olmalıyım ki kitabı okumadan önce benim bilgim de bu kadarla sınırlıydı.

Kitapta birden fazla yerde “…bazı adamların kendileri unutulsa ve hatta unutturulsa da halkın dilinde, gönlünde, yaptıklarında unutulmaz.” cümlesi geçiyor. Ahmed oğlu Nasüriddin Mahmud yani bizim bildiğimiz adıyla Ahi Evran’ın hayatı menkıbelerdeki kadar. Bize bıraktığı çok kıymetli değerlerin yanında kendisine dair çok az şey bilmek kötü, daha doğrusu eksik hissettiriyor.

Üç farklı zamanda, o başarılı kurguyu oluşturmuş yine Fatih abi. Önce İstanbul’a gezmek için gelen üniversite öğrencisi Ali’nin bölümünü okuyarak başlıyoruz kitaba. Asım abi bir sahafta anlatıyor Ahi Evran hakkında bildiklerini. Sonra Ahi Evran’ın ağzından okuyoruz; kendini, hayatını, davasını anlatıyor bize. Bir diğer bölümde 1295 yılına giderek Bilecik yakınlarında bir çadırın içinde Sarı Abdal’ın anlatımıyla dinliyoruz. Bu üç farklı zaman Ahi Evran üzerinde birleşiyor ama nasıl?

Ahi Evran, bir hac yolculuğu esnasında şeyhi Kirmanî ile tanışmış ve ondan ders almıştır. Gençleri bir araya getirip bir teşkilat kuran Kirmanî, hem gönüllerini ehlileştirip hem de onları dert sahibi yapmış. İşte Ahi Evran da dert edinmiş, dava edinmiş onlarla. Canımdan vazgeçerim davamdan vazgeçmem, diyerek düşmanın karşısında sağlam durmuştur.

“Cenk meydanında yiğit, Allah huzurunda kul olmak, bileği gönülle kullanmak, kılıcı mazlumun hakkı için sallamak gerekiyordu.”

Kirmanî ile birlikte Anadolu’ya gelen Ahi Evran, bu tarihlerde hocası Kirmanî’nin kızı Fatma Bacı ile evlenmiştir. Anadolu’da özellikle esnafa İslâmiyeti anlatarak dünya ve ahiret işlerini düzenli hâle getirmeleri için nasihatte bulunmuştur. Kayseri’de bir debbağ (deri işleme) atölyesi kurmuştur. Kim geldiyse ona da öğretmiş. Zorda kalanlarla, aç bırakılanlarla kardeş olmuştur. Hem sanatı hem ibadeti hem de derdi aynı dergâhta harmanlamıştır. Ve sonunda isimleri Ahiyan olmuştur. Ahiler… Yani kardeşler… böyle deniyordu onlara ve bütün dünyadaki zalimler bir araya gelse de onlar ölmeyi zalimin karşısında eğilmeye tercih etmişlerdi.

Ahi Evran hocasının vefatından sonra onun vekili olmuş ve davasından ne pahasına olursa olsun vazgeçmemiştir. Bu sırada saltanat kavgaları, Moğol saldırıları, vefat haberleri, hapis cezaları, sürgünler devam ediyordu. Gelen gidiyor, her yeni günle birlikte yeni bir mücadele başlıyordu.

Hoca Ahmed Yesevî vazifesini tamamlayıp vefat ettikten sonra davasını kendinden sonra gelenlere bırakmıştır. İşte bu topraklarda da Ahi Evran teslim almıştır. Kutlu bir davanın gönül erleri ile birlikte bu toprakları vatan yapmanın, Anadolu’nun Türkleşmesinin ve dini anlamda da öncülüğünü yapmıştır.

Genel hatlarıyla elimden geldiğince anlatmaya çalıştım sizlere. Yazarımızın kalemindeki o destansı havayla okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Olayları birleştirmesi, geçişleri, bazı bilinmezlikler, vurguladığı konular… Yine çok sevdiğim bir kitabı oldu. Yazarın diğer kitaplarından da özellikle Pir-Ahmed Yesevî’yi öneriyorum. Gerek konu, gerek zaman olarak birbirine paralelliği benim için hem öğretici hem de keyifli oldu.

Altını çizdiklerim

“İnsan ölür, beden ölür ve hatta devlet bile ölür ama hayal ölmez.”

“Düşmanına benzediğin savaşı kazansan da kaybedersin…”

“Kitaplar bazen birilerini hatırlatmak için değil başka birilerini unutturmak için yazılır ama biz bilmiyoruz diye onlar yok manasına gelmez ki.”

“Sessizliğin de bir sesi vardı ve gönülle dinleyenler sessizliği de işitirdi…”

“Eksik, noksan ve hatta tam olarak yarım kalıyormuşum gibi. Yürüyor ama bir yere gidemiyormuşum, gitsem de kimseyi bulamıyormuşum gibi. Yorgunum ama sanki hiçbir şey yapmamışım gibi.”

“İşte dünya bu kadardı ve ömür bunca kısaydı. Dün bütün bu topraklara hükmeden sultan şimdi anca kendi bedeninin sığabileceği kadar bir toprağa gömülmüştü. Dün sultan olan bugün yoktu ve dün esir olan bugün sultan olmuştu. Yani dünya gerçekten sahip olunacak bir yer değildi. Sahip olduğunu zannetsen de değildi.”

“Tam olmak için bir olmak, tamam olmak için birlik olmak gerekir.”

“Eskiler evlerini bu kadar kısa ve bu kadar gösterişsiz yaparlarken camileri bunca ihtişamlı ve bunca güzel yapmalarının da bir sırrı vardı. Allah’ın evi diğer herkesin evinden daha güzel daha heybetli olmalıydı. ‘Oysa şimdi öyle mi?’”

“Dünyanın her bir yanına ulaşıp ezan sesini her yerde duyurmak onların en büyük gayelerinden biriydi. Bu uğurda ölmek bir şey değildi. Zira zaten öleceklerdi ama kendileri ölse de ölmeyecekti bu hayal.”

“Allah herkese mal, mülk, makam ve mevki nasip etmez ki bazılarına dert, dava ve gaye nasip eder. Ölmeyen, bitmeyen ve tükenmeyen bir nimet verir bazılarına…”

“İnanmak, durmak değildir zira. İnanmak gitmektir, inanmak yürümektir ve inanmak gayrettir. Hem dahi kabul edemez bizim gibiler zalime sessiz kalmayı ne içine sindirir ne de durabilir. Hür olmak için, dini yaymak için ve zalimin karşısında durmak için can verir. Hürriyet inanmaktır zira. İnanmayan her vakit zindandadır. Ve esareti kabul etmez cesareti kendine şiar edinenler…”

“Olacak olan olur. Bizim bildiğimizin üzerinde bir plan vardır ve biz bilmiyoruz diye onu tesadüf zannederiz. Dünyada bilinmeyen bir şey yoktur, bilmeyenler vardır.”

2 Yorum

  1. şahane bir inceleme olmuş. kitap hakkında bilgi sahibi olmak isteyen herkese tavsiye ederim. canım arkadaşım eline sağlık seviyorum senii😍

  2. O kadar güzel ve akıcı anlatılmış ki kitap insanın hemen okuyası geliyor. Sonda ki alıntılar da çok anlamlı olmuş kalemine ve yüreğine sağlık 🖤

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*