Cumhuriyetin 100. yılında “Dindar bir cumhuriyetçi”yi anlamak…

Cumhuriyet… Yüzüncü yılına girerken halen üzerinde tartıştığımız, kiminin sahiplendiği, kiminin karşı çıktığı bir yönetim şekli. Cumhuriyet adı altında sivil alanın bir parçası olan dine devlet eli ile yapılan müdahale Cumhuriyetin ilan edildiği yıllardan beri din/dindarlar ile arasında belirgin bir mesafenin olmasına ve başka pek çok soruna yol açtı. Bugün bile cumhuriyet daha çok kendini seküler olarak tanımlayan kesimin sahiplendiği, kendisini dindar olarak tanımlayan insanların azımsanmayacak bir kısmının ise mesafeli durduğu bir rejim.

Şimdi bir İslam âlimi düşünelim. Bu âlim cumhuriyetin ilk yıllarında, dinî alana en sert müdahalelerin yapıldığı dönemde yalnızca din hizmeti ile meşgul olmuş. Bu yüzden hapis ve sürgün ile ömrü geçmiş. Hukuksuzluklara maruz kalmış, ancak adalete olan inancını kaybetmemiş. Ve tüm bu yaşananlara rağmen cumhuriyete düşman olmamış. Aksine onu sahiplenmiş. Cumhuriyeti sahiplenenler tarafından yargılanırken “Ben dindar bir cumhuriyetçiyim” demiş. Hattâ cumhuriyeti yalnız bir yönetim şekli olarak görmemiş, onu yaşamış. Bu âlimin adı Bediüzzaman Said Nursî.

İşte, Bediüzzaman’ın neden “Bediüzzaman” olduğunun cevabı. Öngörülü olmak herkesin sahip olabileceği bir özellik değildir. Ufkun ötesini görebilen, zamanın bugünden ibaret olmadığını bilen, herkesin “ak” dediğine gerektiğinde “kara” diyebilen insanların kıymeti genelde uzun zaman sonra anlaşılır. Geçmişte değeri anlaşılmayıp bugün bilime, sanata, felsefeye ışık tutan birçok insan gibi… Cumhuriyetin yüzüncü yılına girerken halen cumhuriyet adına dine, din adına cumhuriyete karşı çıkan insanların olduğu bir ülkede, yüz yıldan daha uzun bir zaman önce cumhuriyeti sahiplenen Bediüzzaman gibi…

Peki, neden halen bu tartışmaları yaşıyoruz? Dindar bir cumhuriyetçi olduğunu söyleyen Bediüzzaman’ın cumhuriyetçiliğini idrak edebildik mi? Dindar cumhuriyetçi nasıl olur? Bediüzzaman’ın dindar bir cumhuriyetçi olduğunu söylerken veya kendimizi dindar bir cumhuriyetçi olarak tanımlarken din ve cumhuriyeti nasıl konumlandırıyoruz? İslam ile cumhuriyet arasında köprü kurmaya çalışan bir Bediüzzaman mı, yoksa cumhuriyeti İslam’a uygun gördüğü için sahiplenen bir Bediüzzaman mı? Biz cumhuriyeti/demokrasiyi İslam’a uygun gördüğümüz için mi alkışlıyoruz yoksa ikisini uzlaştırmaya mı çabalıyoruz?

Cumhuriyetin ilanından on dört yıl önce “adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten” bahseden, “İcrâ-yı adalet, din namına olmalı, ta akıl ve kalb ve ruh müteessir olsunlar, imtisal etsinler”1 diyen biri elbette cumhuriyeti de din namına sahiplenecektir: “Avrupa, bizdeki cehalet ve taassup müsaadesiyle, şeriatı—hâşâ ve kellâ—istibdada müsait zannettiklerinden, nihayet derecede kalben üzülmüştüm. Onların zannını tekzip etmek için, Meşrutiyeti herkesten ziyade şeriat namına alkışladım.”2

Bediüzzaman’ın çizdiği cumhuriyet resmini halen bütünüyle göremediğimizin bir işareti de cumhuriyete bakış açımız. Her birimizin okulda öğrendiği, Cumhuriyeti yalnızca bir siyasî eyleme, oy kullanmaya indirgeyen “egemenliğin halka ait olduğu yönetim anlayışı” tanımı Bediüzzaman’ın cumhuriyet anlayışı için yetersiz kalıyor. Cumhuriyetçi olduğunu düşündüğü için karıncalara yemeğin tanelerini vermesi, kendisine “üstad” denilen bir ortamda “Benim de bir reyim var” demesi Bediüzzaman’ın yalnız siyaseten değil, şahsî hayatında Cumhuriyetperver olduğunu gösteriyor.

İstibdadı din ile bağdaştıran, özgürlüğü yalnız kendi ve kendi gibi düşünenler için isteyen insanların bulunduğu bir ülkede, henüz cumhuriyetin ne olduğunun bile halk tarafından anlaşılmadığı bir dönemde “Evet, dünyada hiçbir hükûmet var mıdır ki, bütün milleti bir tek kanaat-i siyasiyede bulunsun?”3, “Her hükûmette muhalifler bulunur. Âsâyişe, emniyete ilişmemek şartıyla herkes vicdanıyla, kalbiyle kabul ettiği bir metodu, bir fikri ile mes’ul olamaz.”4 diyerek muhalefet edebilen bir zatı cumhuriyeti kişilere indirgeyen bir toplum anlayabilir mi? Liderlerin/şahısların hayatî derecede önemli olduğu bir ülkede temel taşı “halk” olan bir rejim ne kadar iyi kavranabilir?

Evet, Bediüzzaman’ın fikir dünyası zamanının ötesindeydi. Ancak görünen o ki bugünün de ötesinde. O dindar bir cumhuriyetçi, dindar bir demokrat, gerektiğinde dindar bir muhalif, bir fikir insanıydı. Onun bahsettiği cumhuriyet zamandan, kişilerden, olaylardan bağımsızdı. Biz “Dindar bir cumhuriyetçi olur mu/nasıl olur?” diye sorguluyoruz. Oysa o “dindar olduğu için cumhuriyetçi” idi. Dindar olduğu için hürriyetçi, dindar olduğu için demokrattı. Onun cumhuriyet anlayışı bu yüzden “isim ve resimden ibaret”5 değil, hakikî cumhuriyetti.

Cumhuriyetin mahiyetini özetleyen “En iyi hükümet, bize kendi kendini yönetmesini öğreten hükümettir” (Goethe) sözü misali, öncülüğünü yaptığı bir yolu kendisi olmadan yürümeyi öğreten, kendisinden soyutlayarak şahsî değil fikrî bir dava haline getiren bir âlimi anlamak, belki de dindar cumhuriyetçiliğin nasıl olduğunu anlamanın bir anahtarıdır.

Dipnotlar:
1) ESDE, Hutbe-i Şamiye, s. 457.
2) ESDE, Divan-ı Harb-i Örfî, s. 122.
3) Tarihçe-i Hayat, s. 246.
4) Emirdağ Lahikası, s. 487.
5) Şualar, s. 394

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*