Eski bizden yeni bize…

Kelimelere duygular ve anlamlar yükleriz. Böylece onları, olmasını istediğimiz olaylara karşı kamuoyunu ikna edici olarak kullanırız. Tabiri caiz ise kelimeler sihirlidir, usta ellerde nur kapıları açarken, karanlık ellerde tuzak oluverirler. Günümüzdeki medeniyet anlayışına gerçek medeniyeti bilen insanlar “mimsiz medeniyet” demişlerdir. Arapçada medeniyet kelimesinin ilk harfi olan mim çıkarılırsa geriye “deniyet” kelimesi kalır bu da ahlâksızlık, alçaklık anlamlarına gelir. Anlıyoruz ki “Düşünmez misiniz?” öğüdü gereği kelimelere yüklenen anlamlarla etrafımızda olup bitenleri analiz etmeliyiz. Hayatlarımızı, düşüncelerimizi, sistemi ne üzerine inşa ettiğimize dikkat etmeliyiz. Dayatılarak verileni sorgulamadan alıp hayatlarımızın merkezini işgal etmesine izin vermemeliyiz, seçici olmalıyız.

Medeniyet kelimesinin medine kökünden geldiğini görürüz. Medine “şehir” anlamına gelir, yani şehirli medenîdir aslında. Bu şehirli kelimesine yüklenen medeniyetin anlamı da tabii ki günümüzden farklıdır. Peygamber Efendimiz (asm) Mekke’den Medine’ye hicret etmiş ve burada İslâm devleti kurmuştur. Müslüman ve gayrimüslim halkın hukukunu koruyan kanunlar getirmiştir. Cahiliye dediğimiz dönemin tüm yanlış uygulamalarını yavaş yavaş kaldırmıştır. Beş vakit namaz kılınan ve insanların bir araya geldiği bir mescit inşa etmiştir. Burada eğitim-öğretim faaliyetleri gerçekleşmiş, sosyal konular çözüme kavuşmuştur.

Hazret-i Peygamberin burada kurduğu medeniyet vahy-i İlâhî ile kurulan İslâm medeniyetidir. Kur’ân ve Sünnete dayalı olmasından tüm insanlar için en iyi, hayırlı ve faydalı olanın İslâm metoduyla İslâm’a hizmet eden medeniyet olduğunu anlamak zor değildir. Peygamber Efendimizin (asm) bizim için kurduğu bu temel manevî, ruhî ve ahlâkî olarak sağlam ve kuvvetlidir. İlim, çalışma, teknik ve endüstri bu sağlam temelin ancak sonucu olabilir.

Peki, Peygamber (asm) yolunda Üstad nasıl bir medeniyet tasavvur etmiştir?

Batının kurduğu medeniyet beşer dehasıdır. Deha kalbi karıştırır, nefse ve cisme bakar, insanı maddeperest yapar, küfran perdesi çeker, minnetsiz insanlar oluşturur. Avrupa hep fazlasını isteyen nefse hitap eden, haklara tecavüz eden, boğuşan ve çarpışan bir temel üzerine bilim ve sanayi inşa etmiştir.

Bu yüzden Üstadın dediği gibi Avrupa ikidir. Yukarıda ifade edilen felsefenin karanlık çukuruna beşeriyeti sürükleyen, onu sefahete ve dalâlete iten mimsiz medeniyetli Avrupa’dır.

İkinci ve bizim istediğimiz Avrupa ise Hristiyanların semavî şeriatlardan, tecrübe birikimlerinden, fıtrî ihtiyaçlardan ve bilhassa İslâmiyet’ten aldığı feyz ile sosyal hayatını kurmuş, beşeriyet için yararlı sanatları ve insanlığa adalet ve hakkaniyet ile hizmet eden fen bilimlerini kurmuştur.

Bizim temeli sağlam olan Avrupa’nın fen bilimlerine ve sanayiine ihtiyacımız vardır. Buna en iyi örneği yine Bediüzzaman Hazretleri Japonya ile vermiştir. Çünkü Japonya kendi devamlılığını sağlayacak milliyetini muhafaza ederek Avrupa medeniyetinden yalnızca ihtiyacı olanı almıştır.

Bediüzzaman Hazretleri bir gün davet üzerine Ankara’ya gelmişti. Tam bir hizmet adamı olduğundan “Faydalı ne yapabilirim?’’ düşüncesi ile gittiği başkentte umduğu gibi bir ortam ile karşılaşamadı. Mecliste gördüğü dinde lakaytlık ve Batının sefil düşüncesine uyma bahanesi ile Türk milletinin emanet aldığı övünmesi ve koruması gereken İslâm esaslarına karşı insanların uzak kaldığını ve özellikle namazlarında devamlılık olmadığını gördü. Bunun üzerine on maddelik bir beyanname yazdı ve Meclise de dağıttı. Bu beyannamede özetle; kazanılan zaferle Allah’ın yardımıyla Kur’ân’ın düşman hücumundan kurtarıldığını; o yüzden farz namazı kılıp buna karşı şükrün yerine getirilmesi gerektiğini, Şark’ın ayağa kalkmasının din ve kalp ile olabileceğini, bu milletin başlarındakini mütedeyyin ve namazında görmek istediğini, insanların namaz kılana güven duyduklarını, namazı terk etmenin hem dünyaya hem dine zarar verdiğini, Avrupa medeniyetinin yırtılmaya yüz tuttuğunu, buna mukabil Kur’ân medeniyetinin zuhur zamanının geldiğini, zamanın cemaat zamanı olduğunu ve İslâmiyet düşmanlarına karşı İslâm kurallarını, Müslümana ait olanı tekrar canlandırıp muhafaza etmek gerektiğini anlatır.

Aslında bu beyanname bize gösterir ki Batılılaşma başlığı altında Ankara’dan hem de milletin meclisinden halka yayılan şuursuz bir özünü kaybetme, kana karışan bir zehir gibi Batı medeniyetine uyma ve bu millete emanet edilen İslâm şeairi mirasını kaybetme tehlikesi başlamıştır, bir şeyler yapmak gereklidir. Tevafuktur ki Bediüzzaman Hazretlerinin tifo aşısı bahanesiyle ilk kez zehirlenmesi de bu günlerde yaşanmıştır. Üstad içtiği bir bardak süt ile “Ya Şafi Ya Allah!” diyerek Allah’ın yardımı ile zehrin tesirinden korunmuştur. Kıssadan hisse odur ya biz Müslümanlar da Batının zehirli medeniyetinden Allah’ın bize hediye ettiği İslâm medeniyeti ile kurtulmalıyız.

Güzel ve hayırlı olanı almak için Hüda gözlüklerini takmalıyız belki de. Hüda nefsi ve cismi hizmetçi yapar, ruhu aydınlatır, iki cihanda saadeti verir, Allah’ın sanat ve kudretini görmeyi sağlar. Batılılaşma ve inkılaplara bu gözlük ile bakarsak zaten bize uygun olanı alır, olmayanı ise kolaylıkla iade edebiliriz. Çünkü İslâm ve Kur’ân temeline dayalı kendi medeniyetimizi kurmazsak özümüzü bize kaybettirip hem dünyevî hem uhrevî hayatımızı tehlikeye atacak başkalarının çarpık düşüncelerini medeniyet başlığı altında almak zorunda kalacak ama aslında onların amaçlarına hizmet eden ideolojisini sağlamlaştıran bir parça olmaktan öteye geçemeyeceğiz.

Zor olabilir ama tembelliği ve sızlanmayı bir kenara koyup bizlerin de hicret etmesi gereklidir. Temiz giyinen, yemeğini önünden yiyip paylaşan, daima tebessüm eden, düşmanına dahi adalet ile muamele eden, en iyi öğretmen Peygamber Efendimiz (asm) İslâm medeniyetinin en güzel örneğidir. Hz. Ömer’in (ra) anlattığına göre şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah, bu Kitap sayesinde bazı toplulukları yüceltir, bazılarını da alçaltır.” Anlaşılıyor ki doğru bir rehber ile yola çıkılmalıdır. İslâm medeniyetinin kaynağı ve temeli o kadar sağlamdır ki başka medeniyete ihtiyaç yoktur. Bu bakış açısıyla Müslüman kişi kendinde olmayanı, kendi medeniyetinin süzgecinden geçirerek almalıdır.

Mimsiz medeniyetin tohumlarını gören Bediüzzaman Hazretleri de Ankara’dan Eski Said olarak çıkmış, Van’a Yeni Said olarak gelmiştir. Bizlerin de artık tek dişi kalmış medeniyet canavarını görüp bırakıp Eski Bizden, emanetini hatırlayıp sahip çıkan Yeni Bize hareket etmemiz gereklidir.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*