Gönenli Mehmet Efendi

Gönenli Mehmet Efendi… İlk olarak nasıl tanımıştım ki acaba kendisini? Yanılmıyorsam hayatıyla ilgili bir video kaydına denk gelivermiştim. Böyle adını duyduğum fakat aslında kim olduğunu bilmediğim birisine denk gelip, bir de sevdim mi; birkaç günüm o kişiyle geçer. Kimmiş, neymiş, neler yaparmış araştırmak çok hoştur. Mehmet Efendi de öyle oldu. Ben onu eski Yeni Asya yazarı Ahmet Şahin’in dilinden tanıdım, size de tanıtmış olayım. İşte şimdi Ahmet hoca, Gönenli Mehmet’i anlatıyor1:

“1940’larda, 45’lerde, 50’lerde Kur’an okumak serbest olsaydı; çok mühim bir hizmet yapıyor değildi hoca efendi. Fakat Kur’an okumak yasak. Ben hafızlığımı bitirdim. Ama nasıl bitirdim? Gizlice evde hapishane gibi kalırdık, çalışırdık başka bir köyde. Sabaha karşı da hocamıza gider, karanlıkta dersimizi verir, aydınlanmadan gelirdik. Eğer ortalık aydınlanırsa gidemezdik, çünkü görürlerdi bizi. Kur’an okuduğumuz anlaşılırdı. Bu noktanın çok iyi bilinmesi lazım.

Biz Anadolu çocuğuyuz, köylü çocuğuyuz, bizim öyle okuyacak imkânımız da yok. Ama Anadolu’ya bir söz yayılıyordu; ‘İstanbul’a git. Gönenli Mehmet Efendi diye birisi var. Ona bir düş, gerisine karışma!’ Anadolu’da bu çok yaygındı. Okumak isteyen bizim âlemimizde bu söz bomba gibi patlamıştı. O rivayet Anadolu’ya yayılınca, Anadolu’da okumak isteyip de imkânı olmayan ne kadar benim gibi; kimsesi olmayan, parası pulu olmayan insan varsa İstanbul’a akın etmişlerdi. Birisi ‘İstanbul’daki talebelerinin sayısı 650’yi (bin) bulmuştu’ diyor. Bildiğimiz o. Bilmediğimizi de sayarsak bir milyon diyelim. Şimdi insan şöyle bir tasavvur etse; İstanbul’da bir milyon talebeyi nasıl barındıracaksın? Yatma, kalkma, iaşe, ihtiyaç… Bir hoca efendi bunun üstesinden gelebilir mi? Bir de yasak!

Ama işte Gönenli, bunun üstesinden gelen birisi. Yani Gönenli’nin hizmetini bizzat içinde gören insan inanır, ama şu benim anlattığımı dinleyenler ‘Abartı var, mübalağa var’ der. Haklıdır. Çünkü 650 (bin) ya da bir milyon talebeye bir Gönenli bakar mı? Baktı. Ve ben onların içlerinden birisiyim.”

1903, Balıkesir Gönen doğumlu olan Mehmet Efendi 1930 yılından itibaren çeşitli camilerde imamlık vazifesi yapmış. Sultan Ahmed Camii imamlığı ise en uzun süreli vazifesi imiş (1954-1982).2 Resmî görevinin yanında Kur’an kurslarında fahrî öğretmenlik ve fahrî vaizlik yapan, tek başıyla binlerce talebe yetiştiren Gönenli’nin, İstanbul’daki faaliyetlerini nasıl sürdürdüğünü Ahmet Şahin yine şöyle anlatıyor:

“…Camiye gidelim, hoca efendiden ihtiyaçlarımızı isteyelim dedik ve arkadaşlarla birlikte gittik. Şaşırdım. Camide saflar dolu, cemaat gibi. Meğer onların hepsi talebeymiş. Hoca efendi baştan başlıyor; ‘Ne istiyorsun?’ ‘Efendim, soğuklar başladı. Elbisem yok, ayakkabım yok, yağmur var. Su geçiyor ayakkabıma. Lastik yok, mesh yok…’

‘Sen ne istiyorsun?’ ‘Ceketim yok…’

‘Sen ne istiyorsun?’

Baktım, bir çocuğun babasından isteyeceğini hoca efendiden istiyor. E başka da çaresi yok zaten. Şaşırdım.

Ben bu nasıl bir şey diye izah edemedim. Bu, görülürse ancak kabul edilir. Yoksa görülmeden olmaz. Ben hoca efendinin talebelerine başkan oldum sonra. Başkan olunca işin iç yüzünü öğrendik o zaman.

Hoca efendi zengin birisi değil, öyle serveti yok. Sadece bir imamlık maaşı var. Ama hoca efendi öyle birisi ki, bak ne yapıyor: Sabah namazını kıldırdıktan sonra talebelerinden birisini yanına alıyor. Talebenin sırtında bir çuval var. Ve hoca efendinin İstanbul’da belli çarşıları, pazarları, sokakları, caddeleri var.

Hoca efendi caddenin başında görünür. Onu ilk gören esnaf hemen tanımıştır; ‘Hey arkadaşlar! Hoca efendi geliyoor!’ Caddenin başında bir ses. O sesi duyan ortadaki adam aşağıya ‘Hoca efendi geliyor!’ Aşağıdaki adam ‘Hoca efendi geliyor!’

Cadde, baştan sona ‘Hoca efendi geliyor!’la inlenir. Bu ne demektir? Onu biliyor onlar; ‘Hoca efendi geliyor, sattığın neyse ona hediye edeceğin şeyi al, hazırla…’ Şimdi hoca efendi caddenin ortasında iki tarafa selâm veriyor, tebessüm ediyor, nur yüzlü bir insan. Adam ayakkabı satıyorsa hemen eline ayakkabı almış. Hocanın arkasında talebe var, talebenin arkasında çuval. Çuvalın içerisine ayakkabı koyar. Birisi ceket koyar, birisi mesh, birisi lastik koyar. Birisi de onlardan değil de hoca efendinin cebine hemen para koyar, ne kadar paraysa… Hoca efendi o caddeden çıkar. Öbür caddeye, öbür pazara, öbür… Camiye bir de. Bütün camilerde hoca efendinin vaazı vardır. Akşam olur, hoca efendi camisine gelir. Yatsı namazını kıldırır. Yine dizilmiştir ihtiyaç sahipleri. Oradan seslenir; ‘Çuvallı genç! Çuvalı getir bakalım, çuvalı!’ Aynen. İnsan şaşırıyor, bu olur mu diye. Çuvallı genç, çuvalı getirir. Mihrabın tam önüne çuvalı çevirir. Ayakkabı, ceket, iç çamaşırı, dış çamaşırı… ‘Gelin bakalım, alın ihtiyaçlarınızı!’…”

Kur’an’a dehşetli hücumların yapıldığı o asırda, nice zor şartlar altında Kur’an’a böyle hizmet eden, Denizli hapishanesinde Üstad’la birlikte kalmış, onun “kahraman hoca” iltifatlarına mazhar olmuş bu mübarek zat Edirnekapı Sakızağacı Şehitliği’nde medfun. Kabrinin hemen yanı başında da üzerinde “Feyiz çeşmesi” yazan bir çeşme var. Eğer İstanbul’daysanız kendisini bir ziyaret etmeniz, feyiz çeşmesinden birkaç yudum içmeniz yok mudur? Hem bugünler onun vefat yıl dönümü (2 Ocak 1991), gidemeyen de bir Fatiha hediye etse ne hoş olur…

Dipnotlar:
1) Tıklayınız.
2) Recep Akakuş, “Gönenli Mehmet Efendi”, TDV İslâm Ansiklopedisi

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*