İstiklâl şairi merhum Mehmet Akif Ersoy’a atfedilen ve Avrupa seyahati akabinde kendisine sorulan: “Nasıldı?” sorusuna verdiği cevaptır.
Sayfalar dolusu tespitten, kitaplardan makalelerden ve dahi bir çok matbu hakikatten daha isabetli ve müthiş bir kelam…
Sözün zikredilmesinden belki de, bir asır sonrasını yaşıyoruz.
Bizatihi ve aynelyakin görmediğim bir Avrupa!
Hakikatlerin ekseriyetine bakınca, yüz senedir girizgâh cümlesi; sonuçlar itibariyle gerçekliğini devam ettiriyor…
İkinci Avrupa değildir nazarımızı işgal eden!
Gördüklerimiz, duyduklarımızdan çoğunlukla Avrupa fenleri ve medeniyeti zihnimize, fikrimize hasretle yerleşmiş durumda.
Avrupa’da yaşayan genç kardeşlerim bu konuda ne düşünüyor; doğrusu merak ediyorum.
* * *
“İsevînin din-i hakikîden ve İslâmiyetten aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden”(1) Avrupa’dır bizi kendine celbeden…
Elbette yanlışları, hataları, seyyiâtları da var..
Lakin hüküm çoğunluğa göre veriliyor.
İstatistik ilminden sual ettiğimizde, İslâmın güzellikleri en çok orada yaşanmakta, adalet, hak, insan hakları, fikrî özgürlük, çalışma ve emeğe duyulan saygı ve makbul derece de emeğin meta cinsinden karşılığı, yaratılanı sevmeleri (Tevhid inancının noksanlığıyla beraber) toplumsal kural ve kaidelere azami mertebede riayet, ilim talebi ve ilmin kazanılması noktasında gayret, sürekli yeniliğe açık oluş, saymakla bitirmek pek mümkün değil galiba…
Halbuki bütün bu hakikatler İslâmiyetin malı…
İslâmın emrettiği küllî ve cihânşümul prensipler… Galiba bizde hayat hakkı bulamayınca oralara giden güzellikler… Geri getirmeli en âlâsıyla, en iyisiyle…
İslâm toplumunun kaderi değildir tabii ki hâl-i hazırdaki durumu…
Hristiyanlığın malı olmayan medeniyeti ona mal etmek, İslâmiyetin düşmanı olan tedennîyi ona dost göstermek, feleğin ters dönmesine delildir.(2)
Tersine dönmüş, belki de bize küsmüş feleği aslına çevirmemiz lazım ve elzem.
“Yoksun olduklarımızı sürekli tahayyül ederken, sahip olduklarımızı çok seyrek aklımızdan geçiririz” diyor Schopenhauer.
Yukarıda bahsedilen güzellikleri hayal ediyoruz, yaşamak istiyoruz.
Peki ya, sahip olduklarımız neler?
Bu sahip olduğumuz hisleri, özellikleri doğru mecralarda nasıl kullanabiliriz?
Cevap Bediüzzaman’dan geliyor:
“Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dahil olacaklardır.”
Hem de tarih bize bildiriyor ki, ehl-i İslâmın temeddünü, hakikat-i İslâmiyete ittibaları nispetindedir. Başkaların temeddünü ise, dinleriyle mâkûsen mütenasiptir.(3)
Bilmana itibariyle;
Doğru İslâmiyeti yaşarsak, İslâmiyete layık doğruluğa erişirsek sorunlarımız kendiliğinden çözüm bulacak. Tedavimiz İslâmın güzelliğini yaşamaktan geçiyor!..
Sayın yazar çok manidar düşmüş tesbitiniz. teşekkürler