Mücahid ve vatanperver bir âlim

Bediüzzaman Said Nursî, hayatı boyunca vatana, millete ve İslamiyet’e hem kitabî hem de bizzat şahsî hizmetlerde bulunmuştur. Eserleriyle ilmî/manevî cihadı gerçekleştirdiği gibi ihtiyaç olduğunda cephede talebeleriyle birlikte maddî/silahlı cihadın gereğini de bihakkın yerine getirmiş “mücahid ve vatanperver bir âlim” olduğunu hayatıyla göstermiştir.

Bediüzzaman daima, “Zaman şahıs zamanı değil, şahs-ı manevî zamanıdır. Risale-i Nur’da şahıs yok, şahs-ı manevî var. Ben bir hiçim. Risale-i Nur, Kur’ân’ın malıdır, Kur’ân’dan süzülmüştür.” diyerek hizmetlerin ekipler halinde ve kitap eksenli yapılması gerektiği üzerinde durmuştur.

100 yıl önceki hizmetlerine bakmadan önce o yılların öncesinde Bediüzzaman’ın İstanbul hayatına ve hizmetlerine özet olarak bakmak faydalı olur kanaatindeyim.

Bediüzzaman Said Nursî İstanbul’a ilk olarak 1907 yılının sonlarında gelmiştir. Bu gelişinde hayatının en büyük gayelerinden biri olan Medresetü’z-Zehra’ın açılması konusunda Padişah II. Abdülhamid ile görüşmek istedi fakat bu görüşme gerçekleşmedi. 1908 yılı Şubat-Mart aylarında Şekerci Hanı’nda “Her suale cevap verilir, fakat sual sorulmaz” diye levha asarak ilan etti. Bediüzzaman’ın bu görüş ve davranışları yönetimi rahatsız etti. Önce tımarhaneye, sonrasında hapishaneye konuldu. Temmuz’da serbest bırakıldı. Bu arada 2. Meşrutiyet ilân edildi. Birçok olay esnasında yatıştırıcı roller üstlendi. Birçok gazetede fikirlerini açıklayan, özellikle Meşrutiyet hakkındamakaleler yazdı.

31 Mart Vak’asında yatıştırıcı bir rolü olmasına rağmen olaylara karıştığı iddiasıyla tevkif edildi, Divan-ı Harb-i Örfîde yargılandı ve beraat etti. (30 Nisan-25 Mayıs/1909)

1910 yılında İstanbul’dan ayrılarak İnebolu, Batum ve Tiflis’e gitti. Oradan Doğu ve Güneydoğu illerini gezerek meşrutiyeti anlattı. Münazarat isimli eserini telif etti. 1911 yılı başlarında Şam’a gitti ve Emevî Camiinde yüzlerce âlimin de içinde bulunduğu cemaate hutbe irad etti.

İstanbul’a ikinci defa gelerek Sultan Reşad’ın Rumeli seyahatine katıldı. (5-26 Haziran)

1913 yılı yaz sonu Van Edremit’te Medresetü’z-Zehra’nın temelini attı.

1914’te Birinci Dünya Harbi’nde talebeleriyle birlikte Gönüllü Milis Alayı kurarak Ermeni ve Rus kuvvetleriyle mücadele etti. Gönüllü talebeleriyle Rus ilerlemesini yavaşlattı, pek çok masumun kurtulmasını sağladı. Bu arada aynı zamanda, cephede iken İşârâtü’l-İ’caz isimli eserini telife başladı.

1916 yılında Bitlis savunması sırasında yaralandı ve Ruslara esir düştü. (3 Mart) Önce Van, Culfa, Tiflis ve Kologrif, sonra da Kosturma’ya (Kostroma) götürüldü. Rusya’daki devrim ve ayaklanmalardan istifade ile esir kampından firar ederek Petersburg, Varşova, Viyana ve Sofya üzerinden tekrar İstanbul’a geldi.(18 Haziran 1918)

Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye âzâlığına atandı. (4 Ağustos) İşârâtü’l-İ’caz isimli eseri neşredildi.

İstanbul, İngilizler tarafından önce 13 Kasım 1918 sonra 16 Mart 1920’de olmak üzere iki kez işgal edildi. İlk işgalde, İstanbul’un önemli ve stratejik noktaları kontrol altına alındı ancak idareye el konulmadı; ikinci işgalde idareye el konuldu.

Said Nursî’nin İstanbul’da en büyük ve en ehemmiyetli ve tesirli hizmet-i vataniye ve milliyesinden birisi de Hutuvat-ı Sitte adlı eseriyle gaddar zalimlerin yüzlerine tükürüp, izzet-i diniyeyi ve şeref-i İslâmiye’yi muhafaza etmesidir. İstanbul’un İngilizler tarafından işgali sıralarında, İngiliz Anglikan Kilisesinin Meşihat-ı İslamiye’den sorduğu altı sualine, altı tükürük manasında verdiği makul ve sert cevapları, onun derece-i cesaret ve kemalât ve şecaatini fiilen göstermektedir.

Said Nursî, “bu risalede millî mücadele, bağımsızlık, İslamiyet ve İslâm âlemi aleyhine yürütülen faaliyetleri; insanların zayıf ve kötü yönlerinden faydalanılarak yalan propagandanın siyasete alet edilmesini; ‘altı adım’ şeklinde tabir ettiği ‘intikam, makam, açgözlülük, ahmaklık, dinsizlik ve bağnazlık’ hasletlerine karşı milletin uyanması ve uyanık olması gerektiğini, düşmana karşı mücadele edilmesi gerektiğini, düşmana biat etmenin doğru olmayacağını, düşmana biat etmek ile cesedimizle beraber ruh ve vicdanımızın da yok olacağını ama yüzlerine tükürülürse cesedimizin şehit olacağını ruh ve kalbimizin yaşayacağını”1 anlatmıştır.

İngilizlerin verdiği vesveseleri ve Bediüzzaman’ın onlara cevaplarını kitaba havale ederek bu kitabî hizmetin sonuçlarına bakalım.

Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki; “11 Nisan 1920 tarihinde Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi, kuva-yı milliyenin ve kurtuluş savaşının aleyhinde sayılacak beş fetva vermişti. Bu fetvaya karşı harekete geçen 76 müftü, 36 ilim adamı ve 11 mebus bu fetvayı tesirsiz hale getiren mukabil fetvalar verdiler. Bu fetvaya Üstad Bediüzzaman Hazretleri de karşı çıkmıştır.”2 Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin bu fetvası, sinsi İngilizlerin oyununu bozan ikinci bir şamardı.3

Bu hizmetlerinin duyulması ile birlikte birçok kere Ankara’ya davet edilir. Bu konu T. Hayat’ta şöyle geçmektedir: “İstanbul’daki bu çok ehemmiyetli ve muvaffakiyetli hizmetinden Türk milletine pek ziyade menfaatler husule geldiğini müşahede eden Ankara hükûmeti, Bediüzzaman’ın kıymet ve ehemmiyetini takdir ederek Ankara’ya davet ederler. M. Kemal Paşa, şifreyle davet etmişse de, cevaben, ‘Ben, tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade burayı daha tehlikeli görüyorum’ demiştir.”

Bu ısrarlı davetlere, eski Van valisi olan dostu, mebus Tahsin Beyin araya girmesi de eklenince Ankara’ya gelir ve Mecliste kendisi için resmî bir “hoşamedî” yapılır. Ne var ki, Ankara’da ümit ettiği havayı bulamaz Bediüzzaman. Milletvekilleri arasında gördüğü dine lakaytlık onu üzer. Batılılaşma adı altında İslâm şeairine karşı soğuk bir tavır takınıldığına şahit olur. Bunun üzerine, önce Meclis Başkanı M. Kemal’e bir mektup yazar, ama beklediği cevabı alamayınca bu mektubu Meclis üyelerine seslenen on maddelik bir beyanname olarak dağıtır. Bu beyannamede milletvekillerini İslâm şeairine sahip çıkmaya çağırır. (13 Ocak 1923)4

“Bu beyanname M. Kemal’e, Kâzım Karabekir tarafından okunur. Ve akabinde, elli-altmış mebusun bulunduğu bir mecliste, Said Nursî ile M. Kemal arasında şiddetli bir münakaşa cereyan eder. M. Kemal Bediüzzaman’a şöyle der: “Sizin gibi kahraman bir hoca bize lâzımdır. Sizi, yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilâf verdiniz.”

Bu sözlere cevap veren Said Nursî, konuşmasının bitiminde, hiddetle iki parmağını uzatarak şunları söyler: “Paşa, paşa! İslâmiyet’te, imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir. Hainin hükmü merduttur.”5 Bu tartışma, Bediüzzaman’ın tabiriyle, “dehşetli kumandanın bir nevi tarziye verip hiddetini geri alması” ile neticelenir.

Sonraki günlerde Said Nursî ve M. Kemal, Meclisin riyaset odasında bir araya gelerek iki saat kadar konuşurlar. Bediüzzaman, İslâm düşmanlarının arasında nam kazanmak emeliyle İslâm şeairini tahrip etmenin bu millet ve vatan ve âlem-i İslâm hakkında büyük zararlar doğuracağını; eğer bir inkılâp yapmak gerekiyorsa, doğrudan doğruya İslâm’a yönelip Kur’ân’dan ilham almak icap ettiğini anlatır ve M. Kemal’e, “medar-ı şeref tanıdığı bütün ecdadını ve medar-ı iftihar bildiği bütün geçmişlerini ve ruhen nokta-i istinadtelâkki ettiği selef-i salihînin cadde-i nuranîlerini terk edip, heveskârâne, hevaperestâne, riyakârâne, şöhretperverâne, bid’akârâne işlerde ve harekâtta bulunmamasını” ihtar eder.

“Bediüzzaman, Ankara’da bulunduğu müddetçe, en birinci maksadı olan, Şark Darülfünununun tesisi için de uğraşmaktan kat’iyen geri durmadı.”6

Hadiselerin gidişatını gören Bediüzzaman, Ankara’da kalıp yeni rejimle müşterek çalışmak istemez. Çünkü kurulan yeni devletin idarecileri çok farklı bir havadadırlar. “Dünyayı din için seven” ve “İhya-i din ile olur şu milletin ihyası” düşüncesinde olan Said Nursî’nin aradığı hava bu değildir. Ayrıca, “âhirzaman”la ilgili hadislerin haber verdiği “dehşetli şahıslar”ın ortaya çıktığını görür. Ve rivayetlerden anlaşılan “O zamana yetiştiğinizde, siyaset canibiyle onlara mukabele edilmez; ancak manevî kılıç hükmünde i’caz-ı Kur’ân’ın nurlarıyla mukabele edilebilir.” tavsiyesine uyarak, Ankara’dan ayrılıp Van’a gider.7

Dipnotlar:
1) Tıklayınız.
2) Üstad’ın karşı fetvası: “İşgal altındaki bir memlekette İngilizlerin emri ve tazyiki altında bulunan bir idarenin ve meşihatın fetvası mualleldir, mesmu olamaz. Düşman istilasına karşı harekete geçenler asi değillerdir, fetva geri alınmalıdır.”
3) Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, YAY.,  N. Şahiner
4) Tarihçe-i Hayat, s. 150.
5) Tarihçe-i Hayat, s. 156.
6) Tarihçe-i Hayat, s. 156.
7) Tarihçe-i Hayat, s. 160.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*