Zındıkanın taktiksel mücadelesi ve Bediüzzaman

1338’de Ankara’ya gittim. İslâm ordusunun Yunan’a galebesinden neşe alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasane çalıştığını gördüm. Eyvah dedim, bu ejderha imanın erkânına ilişecek! O vakit, şu âyet-i kerîme bedahet derecesinde vücud ve vahdaniyeti ifham ettiği cihetle ondan istimdad edip, o zındıkanın başını dağıtacak derecede Kur’an-ı Hakîm’den alınan kuvvetli bir bürhanı, Arabî risalesinde yazdım. Ankara’da, Yeni Gün Matbaasında tabettirmiştim. Fakat maatteessüf Arabî bilen az ve ehemmiyetle bakanlar da nadir olmakla beraber, gayet muhtasar ve mücmel bir surette o kuvvetli bürhan tesirini göstermedi. Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem inkişaf etti hem kuvvet buldu. Bilmecburiye, o bürhanı Türkçe olarak bir derece beyan edeceğim…

(Tabiat Risalesi)

Millî Mücadele zamanında İstanbul’da İngilizlere karşı canı pahasına mücadele eden Bediüzzaman, Ankara’dan, Meclis’ten gelen ısrarlı davetler sonucu 1922’de Ankara’ya gider. Meclis’i ziyaret eder. Kurtuluş Savaşı’nı kazanmış olmanın yani Yunan’a galebe gelmenin neşesi içindedir milletvekilleri. Ortamdaki en önemli konu yeni devletin hangi esaslar üzerine kurulacağı, iktidarın icraatlarının neler olacağı, vb siyasî mevzulardır. Öyle ya yeni bir başlangıç olacaktır. Herkesin kafasında farklı fikirler, gönlünde heyecanlı duygular vardır.

Böyle bir ortamda, dünyayı her zaman ahirete bakan cihetiyle değerlendiren Bediüzzaman’ın ise Meclis’te namaz kılanların azlığı dikkatini çeker. “Kâinattaki en büyük hakikat imandır, imandan sonra namazdır” diyerek namaza dair bir beyanname yayınlar. İktidara dair mevzular, siyasete yönelik düşünceler değildir onu ilgilendiren. Zira bu neşenin arkasındaki asıl tehlikeyi görür. Evet, cephede Yunan’a galip gelinmiştir ama düşünce dünyasında, hikmetten ayrı düşen Yunan felsefesinden gelen bir zındıka fikrine mağlup olunmak üzeredir. İşgalden kurtuluş sağlanmıştır, ama beyinlerin ve nesillerin, işgal edenin fikirleriyle, dessas zındıka fikriyle işgal edilme tehlikesi baş göstermiştir.

İşte bu noktada da Bediüzzaman, dessas zındıka fikrine karşı parti kurarak siyasete atılmak, mevcut siyasî gruplardan birine girerek düşüncelerini kabul ettirmek, makam mevki elde etmeğe çalışmak vb. aksiyonlara girişmez. Bunun yerine Allah’ın varlığını ispat eden Tabiat Risalesini yazar ve dağıtır. Zındıka fikrine karşı bir meydan okumadır bu. Ortalığın boş olmadığının, karşı bir mücadele olacağının ilanıdır ve bu mücadele Bediüzzaman’a göre siyaset âleminde olmayacaktır. Nitekim zaman onu haklı çıkarır. Siyasetin de dinsizliğe alet edilmesiyle, o dinsizlik fikri hem inkişaf eder hem kuvvet bulur. Bediüzzaman ise her türlü zorluklara, engellere, sürgünlere, hapislere rağmen mücadelesine devam eder. Onun dar dairede başlattığı iman hizmeti de ihlâs sırrının kuvvetiyle sümbüllenir, inkişaf eder.

İman-küfür mücadelesindedir Bediüzzaman. Düne kadar bizi işgal eden, bağımsızlığımız için savaştığımız Batı dünyasının sadece düşüncelerinin değil, yaşam tarzının, kılık kıyafetinin özendirilerek ve teşvik edilerek üzerimize giydirilmeğe çalışıldığı zamanlarda o, fert fert iman kurtarma davasındadır.

Bugün de bu dava devam etmektedir. Görünürde artık dinsizlik cereyanları yok gibidir. Topyekûn bir dinsizlik propagandası da yoktur. Geçmişte yaşanan din karşıtı zoraki uygulamalardan da bahsetmiyoruz uzun süredir. Hattâ kimilerine göre hangi dava olduğu tartışılır hale gelse de artık “dava” kazanılmıştır. Oysa mücadele artık şekil değiştirmiştir. Kimseye dinsizlik empoze edilmese de gündelik hayatta, pratikte ateizm teşvik edilmektedir. Yaşam tarzları üzerinden, gönüllü dünyevîleşme ile nefsin esareti dayatılmaktadır. Âdeta gerilla usulü taktiklerle gündelik yaşamda gedikler açılmakta, İslamiyet’e lâyık doğruluğun ve güzelliklerin dönüştürülmesine çalışılmaktadır. Sefih medeniyet, doğrudan ortadan kaldıramadığı inançları, taktiksel saldırılarla dessasane bir şekilde dönüşüme uğratmakta, sonuç aldığı noktalarda artık ortada inanca dair pek de bir şey kalmamaktadır. Örneğin günümüzde artık başörtülü olmak, tesettürlü olmak anlamına gelmemektedir. Modanın işgal ettiği, başkalarının beğenisi üzerine kurulu hazlar ön plana çıkınca, tesettürün içini boşaltmak kolay oluyor. Eskinin inanç temelli sakal bırakmanın yerini imaj temelli kirli sakala bırakması da başka bir örnek olarak gösterilebilir. Aslında kimseye “Sakalını kes” denmez ama onun içeriği değiştirilerek, niyet bozularak bir imaj nesnesi haline dönüştürülür. Gündelik hayatta bunun gibi pek çok örnek eminim aklınıza gelecektir.

Dindar kesimin gerek kazanç noktasında gerekse harcama noktasında ehl-i dünyadan çok da farkı kalmayan bir hayat anlayışına geçmiş olması da yine bu taktiksel küçük saldırıların yol açtığı büyük tahribatların sonucudur. Zira bu taktiksel saldırılar rızanın üretimini sağlar. Zorla yaptıramadığını severek ve bilerek tercih ettirir. Zihinlerin içine girer, bozar ve zehirlendirir. Bediüzzaman, bu tehlikeye şöyle işaret eder: “Bu asrın bir hâssası şudur ki hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani kırılacak bir cam parçasını, bâki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş.”

İşte Bediüzzaman, Ankara’da farkına vardığı ve sonrasında bütün hayatını bununla mücadele etmeğe vakfettiği zındıka fikrine karşı fert fert iman kurtarma davasını ortaya koyar. Uhrevî hayatımıza yapılan saldırılara karşı, bu dava bugün en önemli gündemimiz olmalıdır. Zirâ ortaya koyduğu hizmet anlayışıyla, mücadelesiyle, davasıyla Bediüzzaman hâlâ Ankara’dadır. Peki, kendimizi samimî bir sorgudan geçirirsek, sizce biz neredeyiz?

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*