Edebiyat bize yardım edebilir

“Yaratan Rabbinin adıyla oku! …Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten, (böylece) insana bilmediğini bildiren Rabbin sonsuz kerem sahibidir.’’ (Alak Suresi: 1-3-5) ayetleriyle insanlığa inmeye başlamış kitabımız. Nur dağındaki Hira mağarasında önce Peygamber Efendimizin (asm) kalbine inmiş, nuru ile onu aydınlatmış, sonra o nur tüm insanlığa ulaşmış ve yol gösterici olmuştur. Âdeta güneşin ayı ışığıyla nurlandırması gibi bir mağarada filizlenen nur tohumu, kitabı okuyan tüm inananların kalplerinde de yeşermiş, dünyaya yayılmış ve inananları aydınlatmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm belagatiyle, diliyle o dönemin Arap şairlerinin-edebiyatçılarının yarışamadığı bir güzellikteydi. Cahiliye döneminde kültür oldukça canlıydı. Şiir ve edebiyata büyük önem veriliyor hattâ bazı musikî aletleri de çalınıyordu. Hz. Muhammed (asm) zamanında dört şey revaçtaydı, bunlardan ikisi: belagat ve fesahat, şiir ve hitabetti. Şiir genelde kabileler arası mücadeleyi anlatmak, birilerini yermek veya övmek, ağıt yakmak için araç olarak kullanılırdı. Arap şairlerinin en güzel eserleri olarak görülen Muallakalar ise altın suyu ile yazılan, Kâbe duvarına asılan şiirlerdi. Geleneksel panayır ve fuarlarda bir jüri ile seçilen şiirlerin şairleri ‘Yedi Askı Şairi’ olma hakkı elde ederlerdi. Ancak Kur’ân’ın müthiş belagati karşısında dönemin müşriklerinin kalemleri de tek tek kırıldı. Bir gün muallaka şairlerinden İmrü’l-Kays’ın kız kardeşi, Hûd Suresi 44. ayetini duyunca belagatinden etkilenerek Kâbe’ye gitmiş ve kardeşinin şiirini duvardan indirmiştir. Sonrasında da kalan şiirler yavaş yavaş ortadan kalkmıştır. Yüce Rabbimizin de buyurduğu gibi “De ki: Yemin ederim, bu Kur’ân’ın bir benzerini ortaya koymak için ins ve cin bir araya gelip birbirine destek olsa dahi onun benzerini ortaya koyamazlar.” (İsra Suresi: 88.) Böylelikle Cahiliye dönemi şairleri, ifadesinin güzelliği, içeriğinin zenginliği ile ayetlerle meydan okuyan kitabımız karşısında benzerini getirememişler ve pes etmek zorunda kalmışlardır.

Methiye, hiciv, fahr, fahş, hamaset, mersiye gibi konular o dönemde sıklıkla kullanılmıştır. İslâm’ın gelişiyle methiye ve hiciv gibi konularda aşırıya kaçma önlenmiş, dil yumuşatılmıştır. Peygamberimize (asm) övgü, güzel ve özlü sözler, atasözleri sayısı artmaya başlamıştır. Edebiyatta da İslâmiyet’in olumlu etkisi görülmeye başlamıştır. Artık söz kelamların en güzeli, İlâhî bir kaynaktan çıkan Kur’ân’a geçmiş, o konuşmaya başlamış, anlatmış, örnekler vermiş; insanlığa ise aramak, bulmak, doğru anlamak ve uygulamak kalmıştır. Okuduğum bir yazıda şöyle diyordu: “…sen de sözü işitip, anlayıp, iman edip çelik olacaksın.” Peki anlamak için nasıl bir yol izlememiz gerekir? Kitabımıza nasıl yaklaşmamız gerekir? Nasıl Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanıp onu hayatımıza geçirebiliriz? Ve bu dili anlayarak hayatımıza ne gibi güzellikler katabiliriz? Edebî dili bilerek, cehaletimizi üzerimizden atarak başlayabiliriz işe. İşte küçük yaşlardan itibaren dil ile yazı ile sanat ile meşgul olup gençlikte ve daha ileriki yaşlarda meyvesini yiyebiliriz. Şunu anlamalıyız ki edebiyat bir Müslümanın hayatında Kur’ân ile başlıyor. Şöyle örnek verelim: ‘İslâm’ kelimesinin sözlük anlamı “bağlanmak, itaat etmek, teslim olmak, esenlik ve barış içinde olmak” iken terim anlamı Hz. Muhammed’in (asm) din adına bildirdiği her şeyi benimsemek ve teslim olmaktır.  Din ise kısaca kişinin yaratılış amacına uygun bir hayat sürebilmesi ve bu amacı belirli bir disiplin içinde gerçekleştirebilmesi için kendisine yol gösteren kurallar bütününü ifade eder. Düşünelim, tahkikî bir iman için en başından bu şekilde anlayarak yola çıksak, aklımızı ve kalbimizi ortak kullansak Allah’ın izniyle daha güçlü bir temelde imanımızı inşa etme imkânı buluruz.

Örneğin; ‘Cahiliye’ kelimesi bilgisiz, barbar anlamındadır. Bu adla anılan İslam öncesi toplumda, kabile asabiyeti, zorbalık, zulüm, içki, zina, kumar yaygınlaşmış, haksızlık, adaletten, sulh ve nizamdan yoksunluk, çapulculuk, insan haklarını çiğnemek, insanların soylarından dolayı ayıplanması veya üstün görülmesi, çocukları öldürmek, kız çocukları diri olarak toprağa gömmek, vahşice hareketler ve kan davası gibi davranışlar o döneme damgasını vurmuştu. İslâm dini ise tebliğ ile birlikte bu yapıyı ortadan kaldırdı, insanlık için en doğru ve temiz olanı getirdi. Dönemin en gaddar insanları iman etti ve Sahabe oldular. Bu ancak Kur’ân’ın eşsiz belagati, Peygamberimizin (asm) harika tebliği ile yani edebî üslup ile mümkün olmuştur. Edebiyat Arapça ‘edb’ kökünden gelir ve bu kök görgü, terbiye anlamındadır. Cahiliye toplumunun İslâm dini ile terbiye edilmesi dil, edebiyat, din ve sosyal hayatın birbiri ile ilişkisini ortaya koymaktadır.

İslâm kendinden önceki kültür ve birikimi bir kaynak olarak kullanmış, yeni bir çizgi çerçevesinde onlara farklı bir fonksiyon kazandırmıştır. Zaten sonrasında da İslâmî ilimlerde, Arap gramerinde ve belagatinde, tefsirin önemli bir dil malzemesi olarak da Cahiliye dönemi şiir bilgisinden ve birikiminden yararlanılmıştır.

“Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır” denir, demek ki doğru ve güzel bir üslupla ifade edilen sözler insana temas eder. Demek ki böyle bir dil ile konuşmak bizleri yan yana tutmaya vesile olacak hem de bu dil topluma aktarılacaktır. Herkes daha anlayışlı, hoşgörülü, kibar bireyler olacaktır. Sahabe efendilerimizi, o dönemin hanımlarını düşündüğümüzde bu imkânsız ve olmaz değildir.

Edebiyat dilin gerçek ve sembolik anlamlarına müracaat etmek, az ve öz sözle çok şey anlatmak, anlam ilgisi kurmak yoluyla teşbih, betimleme, mübalağa yapma imkânı sunar.

Edebiyat bilmek ve dili anlamak, insana ruh inceliği kazandıracak, anlama kabiliyeti verecek, olayları daha objektif yorumlamasını sağlayacaktır. Empati yeteneği artacak, halden anlama dürtüsü gelişecek, gerçekten anladıysa davranışları daha şiirsel, üslubu daha kibar olacaktır.

Kitabımızda da temsilî hikâyeler, kıssalar, tefekkür gerektiren olaylar anlatılır, insanın hayal ve ruh dünyasını harekete geçirir. Kendi kitabını anlayarak okumaya başlayan, edebiyatı kaynağından öğrenen insan sosyal hayatındaki okumalarına da bunu yansıtacak, bu konuda da seçici olacaktır. Böyle ince eleyen ve sık dokuyan bir birey hayatında yaptığı tüm okumalarında, araştırmalarında bu şekilde hareket edecek ve zararlı olanı terk edip güzel olanla yoluna devam etmesi de kolaylaşacaktır. Çünkü edebiyatı öğrenmeye doğru yerden başlamıştır.

Rabbimiz Zümer Suresi 9. ayette şöyle buyurmuştur: “De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!’ Doğrusu ancak akıl iz’an sahipleri bunu anlar.” O halde tüm ilmî konular için bu ayeti düşünürsek edebiyatı, konuşma üslubunu bilenle bilmeyen, bu alanla ilgilenen ve hiç ilgilenmeyenler bir olabilir mi?

Herkes kitabımızdan başlayarak şiir, yazı, roman kısaca edebiyat ile ilgilenmeli ruhunu inceltmeli, nefsini eğitmelidir. İnsanın buna ihtiyacı vardır, Müslüman içinden Rabbi ile konuşur, dertleşir, hâl dili ile ibadetlerini yapar, yaşayışıyla bunu Rabbine gösterir. Tasavvufta da Yunus’un dediği gibi “Dil hikmetin yoludur.” Doğru anlamak, doğru kullanmak duasıyla…

KAYNAK
1) Murat Özcan, Cahiliye Dönemi Arap Edebiyatında Şiir Sanatı
2) Mehmet Salih Arı, Câhiliye Toplumundan Medenî Topluma Geçiş Süreci: Yeni Bir Sosyal Düzenin Doğuşu
3) Caner Taslaman, Cahiliye Şiiri ve Kur’an
4) Tıklayınız.
5) Tıklayınız.
6)Tıklayınız.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*