Edebiyat ülkesi

Edebiyat nedir?

Zor bir soru… her soru gibi…

Ne değil ki… Kolay mı aldığın her taze nefesin nasıl bir hediye olduğunu bilmek!

Her bakış, her duyuş, her kalp atışı edebiyatın ta kendisi…

Yıllarım bu zor, “edebiyat nedir” sorusunu cevaplamakla geçti ama son nefesimi vermeden bunun cevabı “tam” da verilmiş olmayacak.

Edebiyat nedir?

Her şey… işte!

Gördüğün, görmediğin her şeyin adını yeniden koyabiliyor musun? İşte, budur edebiyat!

Dağlar ile taşları merdiven yapıp sonsuz varlığın peşine düşmenin adıdır, edebiyat.

Yunus dağlar, taşlar, kuşlar ile o arayış halkasına katılmış ve adını “edebiyat” levhasına kazıtmış.

Edebiyat, her ân capcanlı hayatın farkında olmanın adı değilse nedir?

Şu akan bulutları görüyor musun?

Az önce bahçede yerden aldığın narenciyeyi kokladın. O renkli, kokulu kızarık kabuğunu soydun. Yarısını arkadaşına verdin. O ekşiliği, tam senin diline, damağına, dimağına göre… İşte bu renklerden, kokulardan çıkarıyor, o mısraları şairler. Edebiyat, o adı “kötüye” çıkarılmış “edebiyat yapmak” değil ki…

Orhan Veli, bir şiirinde: “Deli eder insanı bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç!” diyorsa; sanata ve dolayısıyla Sanatkâr’a hayretini, hayranlığını gizleyemiyor.

Eksiği olmayan bir sanat eseri karşısında hani insanın dili tutuluyor ya bazen! Deli oldum, deriz, o arada. Yani bak; sen bunu yapamazsın; bari, yapanı alkışla, öv, tebrik et! Hah, işte bir ağaç böyle çiçek açtırılır, de, Sanatkâr’ın büyüklüğünü kabul et ki insan olduğunun fotoğrafı ortaya çıksın.

Bir ân durmayan zamanların, mekânların, kararların, durakların -yani ki duraksızlığın- içinden geçerken… isimsiz bir noktacık var mıdır!

İşte gördüğün görmediğin her şeyin adını hep yeni koymanın olduğu her yer…

“Edebiyat Ülkesi”dir. O ülkede “hayat ve memat” hep iç içedir de habersizliğin gaflet; “gafletin de mertebeleri olduğu”nu bilmemek de ayrı bir gaf’let!

* * *

Edebiyat “para” etmediği için mi uzağımızda?

Diyelim ki öyle de… düşünmeyene “insan” denildiği nerede görülmüş!

Düşüncenin olmadığı her yerden uzaklaş, ey bu satırların muhatabı!

Hem de ince düşün! Kılı kırk yar! Zaten şiirin bir adı da… “kılın kırka yarılmış hâli…” Yaa!

Kabataslak bakma; “kafataslak, kalptaslak” bak! İnce elenmeyen, sık dokunmayan bir şeyi almadığın gibi; öylesi bir hayatı da yaşamak kabul etmiyor, edebiyat.

* * *

İhtiyaç mı bu edebiyat, diye sormazsın gayrı. Edebiyatsız hiçbir yer yok ki…

Listenin ta başında, ortasında, sonunda… Her yerinde… Hem satıhta hem derinde…

Gül… hani tomurcuk olsa da gül; döküm saçım açsa da…

Doğarız; bize bir güzel isim aranır. Ve hattâ doğmamış çocuğa “isim” biçilir. Niye? İnsan, ismiyle yaşar da ondan. İsimsiz “şey” yok. Şeyin bile ismi “şey!”

Hem sonra isim koymakla iş bitmiyor; başlıyor. İsminiz Ali ise hep a’lî yani yücelik yolunda olacaksınız, diyedir. Pek a’lâ, aliyyü’l-a’lâ olmanın gayreti sizi a’lî mertebelerde gezdirecek. Sonu yok ki…

Gördün mü edebiyatın bütün insanlık ülkelerinde gezdiğini!

Her ân adı konulmuş hayatlara edebiyat; böylesi hayatların yaşandığı yerlere “Edebiyat Ülkesi” deniyor.

Haa, edebiyat neydi peki! Bak, az kalsın unutuyorduk! Kitap: “Mukteza-ı hâle mutabık serd-i kelâm eylemek” diyor. Bu Türkçenin şu Türkçesi de şu: “Yerinde ve zamanında konuşmak…”

Yerinde, zamanında konuşmak… edebiyat oluyorsa… yerinde, zamanında yaşamak da “hayat” oluyor.

YAŞAMAK

Yaşamak…
Farkında olmak yaprağın ürperişinin…

Yaşamak…
Adını koymak acılarının, sevinçlerinin…

Ah, hissedebilsek her nefesin lezzetini!
Adını koyabilsek yaşadıklarımızın!

Bir dostu karşılar gibi karşılasak doğan günü!
Bir dostu uğurlar gibi uğurlasak giden günü!

Bilsek; aldığımız her nefesin bahar;
Verdiğimiz her nefesin sonbahar olduğunu…

Yaşayıp öldüğümüzü görsek biraz!

Gökyüzü mavi…
Bulutlar beyaz…

Nefes alıp veriyorum.
Hayat; bana sunulmuş hediye.

Baktım; haberler bayat;
Alnından öpüyorum mevsimlerin.

Kendi karneni kendin ver; haydi!
Her nefes ölüp dirildiğini gör!
Nereye bu “sefer!”

* * *

ERTECİ

Ertelemek hayatı… yalnızlık;

Meselâ gecikmek nefeslerin davetine…

Katılmıyorsan kuşların saadetine;

Adım başı yalnızsın işte!

* * *

UNUTKANLIK KÖTÜSÜ

Unutunca içimizi; dışarda kaldık!

Dışarısı soğuk… dışarısı kalabalık…

Uzak; çok uzaklara gittik;

Kalbimizi kıyasıya  terk ettik!

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*