Peygamberliğin ispatı
“Fikrin pazarında tek geçerli akçe, delildir.”
Kitabın ilk sayfasında karşılaştığım yukarıdaki bu cümle bana kalırsa kitabımızın temel fikriyatını oluşturmakta. Ben de bugün yazarımızdan aldığım dersle bu eserin ne kadar okumaya ihtiyaç duyacağımız orijinal bir eser olduğunu ifade etmekten ziyade, eserin içerisinden az da olsa getireceğim farklı bazı metod ve deliller ile sizde “Bu eseri okumaya ihtiyacım var.” fikriyatını oluşturmak istemekteyim.
Şunu baştan ifade edelim ki; eserin farklı bulduğum birkaç noktasına işaret edecek olmam, eserin bütününü anlayabilmek için çok da yeterli olmayacaktır.
Yazara göre; eserler gözettikleri maksatlar üzerinden değerlendirilmeli ve maksadını gerçekleştirmesine dayanarak eser başarılı ya da başarısız bulunmalıdır. Elimizdeki eserin temel maksadı Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nübüvvetini ispat etmektir. Hattâ daha spesifik olarak nübüvveti ispat etme yöntemlerinden tamamının değil, bir yöntemin sistemleştirildiği, detaylıca ele alınmaya çalışıldığı bir mahiyettedir. Bu yönteme yazar tarafından “haber inşası” ismi verilmiş.
Bu eserde ele alınan “Nübüvvet ispatında haber değerlendirmesi” şeklinde ifade edilen yöntem ile yazarımız, yaklaşık on sene önce ateizmden İslam’a geçiş yaşamıştır. Bu eserde nasıl Müslüman olduğundan ziyade kendisinin Müslüman olmasına vesile olan delilleri ve bakış açısını bizlerle paylaşmış.
Bu bakış açısında en öncelikli anlamamız gereken; Hazret-i Muhammed’in (asm) nübüvvetinin ve getirdiği dinin başlangıçta bir haber niteliği taşıdığıdır. Ve kitabın temel amacı da “Bir haber değerlendirmesi nasıl yapılır?” üzerinedir.
Özetle haberin niteliği şöyledir:
“Mekke’de Muhammed bin Abdullah adında bir şahıs, kırk yaşındayken bir melek gördüğünü ve kendisinin Allah’ın elçisi olduğunu, Allah’ın emirlerinin kendi vasıtası ile topluma iletileceğini iddia ediyor. Ayrıca, yirmi üç yıl boyunca bu meleği görmeye devam ettiğini ve onun kendisini yönlendirdiğini söylüyor. Buna ilâve olarak insanların, onun bu iddiasını doğru ya da yalan olarak ele almasına göre iki gruba ayrıldığını ifade ediyor. Buna göre bir kısım insan doğru söylediğine inanıyor -ki bunlara Mü’min deniyor- bir kısım insan da yalan söylediğine inanıyor. Bunlar da “kâfir” olarak isimlendiriliyor.
Bu şekilde bir haber bizlere ulaştığında vereceğimiz üç tepki ihtimali vardır:
Bunlardan ilki, “Bu şahıs doğru söylüyor olabilir.” der. “O halde peygamberdir.” der ve Kur’ân’da kendisine Mü’min denilenlerle aynı fikirde olur.
İkinci ihtimal -hâşâ- “Bu şahıs yalan söylüyor.” şeklindedir. Buna göre de Kur’ân’da kâfir sıfatı verilenlerle hemfikir olur. Bu haberin yalan olması durumunda da karşımıza iki ihtimal çıkar: Biri, peygamberlik iddia eden kişi yalan söylediğinin farkındadır. Buna göre söz konusu iddia sahibi -hâşâ- sahtekârdır ve insanları kandırmaya çalışmaktadır. Bu iddia, eserin “Samimiyet Delilleri” başlığı altındaki deliller ile çürütülmektedir.
Diğeri, bu şahıs yalan söylediğinin farkında değildir. Çünkü -hâşâ- delidir. Dolayısıyla söz ve davranışları, aklî melekesi ve kendi iradesi ile yaptığı şeyler değildir. Kitabın “Fetânet Delilleri” bölümünde, deli ithamını çürütür ve Nebi’nin (asm) başarılarını aktarır ve “Hâşâ, O’nun bir deli olmadığını ispatlamak yerine, yeryüzünde gelmiş geçmiş en başarılı insan olduğunu ispatlayacağım. Muhatabımız O’na deli demekte ısrar ediyorsa, O’na -hâşâ- deli denilen bir yerde akıllı hiçbir insanın bulunamayacağını göstereceğim.” diyerek meseleyi izah eder.
Bu iki çürütmeden sonra haberin doğruluğu ortaya çıkmış olacaktır. Çünkü geriye yalnızca doğru olma ihtimali kalmış olur. Aslında haberin yalan olması ihtimalini dışlamak, doğruluğunu ispatlamaya kâfi iken eserde haberin doğruluğunu direkt ispatlayan deliller de vardır ki bunlar kitabın son bölümünde mu’cize başlığı altında incelenmiştir.
Bu olasılık değerlendirme metodu ile ortaya çıkarılan hakikatler iman edenin imanının tahkikîleşmesi, iman etmeyenin ise eğer aklı başında ise sorgulamalarının kalitesinin artmasını sağlayacaktır. Zira kitabın içerisindeki, “Delillerimizi çürütmek isteyenler ne yapmalı?” ya da “Mu’cize iddiası nasıl çürütülür?” gibi bölümler ile karşıt argümanların da bilimsel bir tarih yorumlama safhasında nasıl bir itirazda bulunurlarsa üzerinde tartışılmaya değecek bir argümana sahip olabileceğini göstererek, bir yandan onlara yardım etmiş bir yandan da bunun imkânsızlığını gözler önüne sermiştir.
Bir sistem ya da fikrin aleyhinde bir argüman ortaya konulacaksa bu argümanın kendi içerisinde tutarlı karşıt bir sistem ve fikir ortaya koyması gerekir. Bu kitabın en önemli özelliklerinden biri, karşıt argümanların çoğu zaman yetersiz kaldığı yerlerde onların yerine de bir argüman ve fikir geliştirip bunu da çürüterek muhtemel olası itirazlara da sürekli kendi içerisinde cevap veren bir yapıda olmasıdır.
Bir haber karşısında olasılıkların değerlendirilmesi metodu aslında yeni bir metod değildir. Yazarın da bize katıldığı bu görüş, Sahabenin de İslâm’a geçiş yolunda çokça başvurduğu bir akıl yürütme yöntemidir. Sahabelerin davalarına adanmışlıklarının -hâşâ- bağnazca sorgulamadan bir kabul ediş gibi gösterilmek istenmesine karşı onların da bizler gibi belli sorgulama ve akıl yürütme süreçlerinden sonra Müslüman olduklarını ispatlamıştır.
Eseri benim nezdimde ilgi çekici ve tatmin edici kılan bir diğer husus ise, haber değerlendirmesi yaparken kaynak seçimindeki orijinal tutumudur. Yazar bu haber inşasını yaparken kullandığı neredeyse tüm tarihî verileri gayrimüslim İslam araştırmacıları (Oryantalist, şarkiyatçı) üzerinden yapmıştır. Oryantalist yazarlar arasından da özellikle Müslüman olmayanların verileri üzerinden delillendirme yapmıştır. Bu bağlamda çoğu alıntının “düşmanın itirafı” mahiyetinde olmasını istemiştir.
Ve kaynak konusunda başvurduğu en temel kaynak olan Kur’ân-ı Kerîm için ise “kaynaklarımızın güvenilirliği” başlığıyla Kur’ân-ı Kerîm’in tahrif edilmiş olabilmesinin imkânsızlığı ve yazarın tabiriyle “Eğer bu kadar yazması olan bir metnin güvenilirliği tartışılacaksa yeryüzünde güvenilir tek bir metin dahi yoktur.” diyerek kitabının azımsanamayacak bir kısmını bu olguyu delillendirmeye ayırmıştır.
Son olarak, eserin benim için en samimi yanı, güncel şüpheli popüler dinî konular üzerinden yürüyüp -tabiri caiz ise- bir şov yapma ihtiyacı hissetmeden yavaş yavaş ve mütevazı bir temel atma amacı gütmesidir. Birçok platform ile gözümüze sokulmaya çalışılan küçük ayrıntıları konuşmaktan önce büyük resme bakmamızı sağlayacak bir bakış açısı kazandırmasıdır.
Dilerim kitabı bitirdikten sonra sadece nübüvvet meselesi üzerine değil hayatın içinden birçok meseleye karşı da bir bakış açısı geliştirmiş oluruz.
İlk yorumu siz yazın