Şehirden indim köye

İstanbul’un en kalabalık ve yoğun yerinde yaşarken hayat bir anda “Haydi bakalım! Bir de bu taraftan yaşa” demesiyle, “Noluyor?” derken kaderin göz kırpmasıyla, nasibin “Biraz daha sabret. Seni bulacağım” dercesine içime doğuşuyla, dualarımın “Ne zaman gerçekleşeceğimi ben bilirim. Şimdi değil” tutumuyla, en uzun cümle rekoruna gideceğimi fark ettiğim anda imdat noktaaaaa.

16.000.000 nüfusluk bir yerden 6.000 nüfusluk bir yere yolculuk…

Acaba nasıl bir yer?

Acaba burada yaşayabilir miyiz?

Acaba burada sessizlikten ölür müyüz?

Acaba burada herkes akrabaysa dışlanır mıyız?

Gibi bir sürüüüü “acaba”yla geçti yol, müzik dinlemek yerine..

İlk köy tabelasını gördük, sonra “Dikkat inek çıkabilir” tabelasını.

O an 16.000.000 nüfusluk bir yerde hiç görmediğim bir tabela olduğu için babaanneme gidiyormuş gibiydi…

Bir vardık ki ne babaannesi! Yeni yeni, lüks lüks siteler gökdelen gibi yanındaki tek katlı köy evlerinin başında.

Her emlakçı bize apartmanın kapısını açıyor, “Bu gökdelenden istediğini tut. Zaten hepsi boş” deyip bizi orada bırakıp gidiyor.

Bir 16 milyonlukta büyümüş birinin aklının alamayacağı bir hareket daha.

Bütün her yeri gez gez gez ama yok! İçine sinen bir ev bulama. O kadar boş daireden hem de! “Olacak iş mi bu şimdi” derken meğer nasip o yüzden “Az daha sabret” diyormuş ya.

Allah seni nasip! Ne dolandırıyorsun, hemen karşımıza çıksana.

Namaz saati geçiyor diye telefon bizi en son seste ezan okuyarak uyarınca önce korktuk çünkü kalabalık şehirde bu ses çok düşük gelirdi. Bazen duymazdık bile. Meğer kalabalıktanmış. Burada alt mahalledeki tavukların bile duyduğuna yemin edebilirim ama ispatlayamam tabiî.

Neyse birkaç sene önce yapılan, mis gibi bahçesi olan, kuşların cıvıltılarıyla insanın içini okşadığı, çocukların parkı yetişkinlerin yürüyüş yolları piknik banklarıyla mezc olmuş bir cami…

“Hey maşallah” derken arkadan bir ses:

-Heeeyyyy yavruuummmm! Siz ev mi arıyorsunuz?

-(Biz şok) Şey, evet teyze.

-Gelin gelin. Bizim ev kiralık, gösterevereyim size.

Nasip: Evet evet, işte şimdi.

Kader: (Göz kırpıp gülümseme)

Dualarım: İşte duaların.

Hayran kalmıştım…

Her zaman ettiğim duam; önünün arkasının açık olmasıydı. Ve öyleydi…

Komşuların iyi olmasıydı. Ve aile apartmanı gibiydi…

Kirası en ucuz evdi.

Şöyle bir baktım balkondan; caminin üstündeki leylekler, caminin avlusundaki çocuk kahkahaları, arada çocuğuna seslenip arada çayını yudumlayan anneleri, gökyüzünde her çeşitten bir sürü kuşun süzülmesi, evin önündeki toprak yol, köpeklerin dostane yürümeleri, kurbağa vıraklamaları…

Geldiğim yerden çok başka bir yer.

En basitinden araba sesi sıfır…

“Hayırlısı olsun” dedik.

Ve Rabbim nasip etti…

Eve alışmaya çalıştığım sıralarda pimapenlerin kalitesini anlatıyordum anneme telefonda, “Anne hiç ses gelmiyor eve, çok iyi bir pimapen takmışlar” diye. Telefonu kapatıp balkona bir çıktım. “Sağır mı oldum?” diye düşündüm önce, hiç ses yok hiiç…

“Allah Allah” dedim, dışarı çıktım.

Gerçekten sıfır ses. Biraz yürüyüş yapayım dedim. Derdim ses duymak. Kulaklarım şaşkın, daha önce böyle bir ortamda bulunmadı çünkü.

Bir araba yanımdan geçti.

Bir horoz öttü.

“Ohhh, çok şükür! Kulaklarda sıkıntı yok” derken kaldırımda kiminle karşılaşayım bir de!

Tavuk hanım.

“Kız sen napıyosun burda? Evin nerde?” dedim. O da bana “Gıt gıt gıt gıt” dedi. Birlikte yürümeye başladık… Buradaki ilk arkadaşım oldu. Büyük marketlerin olduğu yere doğru geliyorum, tavuk hanım da benimle oralara geliyor.

“İnşaallah sahibi bulup bana kızmaz ben götürüyormuşum gibi duruyor” diye düşünüyorum içimden, bir baktım karşıdan karşıya geçti. Meğer o büyük marketlerin karşısında büyük bir ahır varmış. Lüks gökdelenimsi sitelerin manzarası o ahırmış. Çok farklıydı, benim için inanılmaz güzeldi, kendime eğlence olmuştu. İstanbul’da hiç markete tavuklarla gidip, büyük marketlerden çıkınca inekleri yemek yerken görmüyordum çünkü.

Eve dönerken boş bir tarlaya herkes eski tarla işlerinde kullandıkları makineleri, el aletlerini atmış gitmişti. Ama fark etmeden köy müzesi oluşturmuşlardı. Ben ilk gördüğümde “Aaaaa köy müzesi yapmışlar. Ay çok iyi yaaa” falan diyorken, bir başka oradan geçen teyze, “Alsınlar şu hurdalarını şuradan” diyordu. Aslında o kadar orijinal ve güzel duruyordu ki…

Ben o an “İnsan içindeyken fark etmez” olayını anladım. Onları sürekli görmüş ve bıkmış bir teyze onların güzelliğini göremiyordu. Yaşadığımız gibi bakış açımız aslında. Herkes şehir gibi olsun diyordu köyleri için. İlk asfalt döküldüğünde ne kadar ağlamıştım “Burası da artık her yer gibi” diye. Komşuların “Asfalt döküldü, burası da gelişiyor” diye sevinç çığlıkları eşliğinde… Ben “Şehirleşiyor” diye üzülürken, onlar “Köylük bitiyor” diye seviniyordu. Aslında herkes doyduğu hayatı geride bırakmak istiyordu.

Bana hiç hissettirmemişlerdi içlerindekini bir gün sorduklarında anladım.

-Sen İstanbul’dan geldim diyorsuuunn.

-Eveet.

-Orda doğdum, büyüdüm diyorsuunn.

-Eveett.

-Ama şeherliler böyle olmaz ki. Sen bizim gibisin.

-Sizin gibi??

-Köylü gibisin gız (kahkahaları)

Şeherliler onların ekmek üzeri salçasına, kapı önü oturmalarına, yer sofralarında ettikleri muhabbetlere katılmazmış normalde. İlk beni denemek için salçalı ekmek ikram etmişler. Ben de bayılarak yiyince beni kapı önünde oturmaya davet etmişler. Ben de elimde çay tepsisi ve çekirdekle inince, yer sofrasında mantı açmaya davet etmişler. Ben garip garip bakıp iki dakika durup eve çıkarım sanmışlar, ama ben “Ben de, ben de. Nasıl yapılıyor?” deyince “Eeeee bu gız şeherli değil” demişler…

Filmlerde gördüğüm köy gözünde şehir, şehir gözünde köy, insanların “Onlar farklı” diye bakışı gerçekmiş aslında. Beni ayakta uyutup hep denemişler de ruhum duymamış. Bana bunları itiraf ettiklerinde çok güldük. Adım “Şeherli ama bizim gelin” oldu…

Sonra ne mi oldu?!

Kader bana tekrardan göz kırpmış da görememişim. “Haydi” dedi nasip.“Burada işin bitti. Başka bir yere.”

Çok ağır geldi önce, “Neden ama ya? Çok mutluydum burada” diye kendi kendime söylenerek düşünürken de markete gidiyordum. Her zamanki tavuk hanım gelmedi bu sefer. Köy müzesi dediğim parçaları kaldırmış yerine temel kazmaya başlamışlardı. Toprak yol artık hiç kalmamıştı. “Neyse canım, olur böyle” derken marketlerin karşısında ineklerin yemek yediklerini gördüğüm, ilk arkadaşım tavuk hanımın yaşadığı ahır artık etrafı demirle çevrilmiş, üzerinde kocaman site fotoğrafları olan “Sonunda geliyoruz” yazan bir afiş.

Yutkunamadım önce, “Tavuk hanım!” diyebildim sadece.

İlk geldiğimde sarıldığım her şey bir anda gitmişti sanki. Orada yaşamaya devam etmek sürekli ilk geldiğim anı görmeye çalışma gayretiyle, sürekli o anları anlatarak markete giderken her seferinde içim titreyerek olacaktı belki de.

Kader! Ayarlamışsın her şeyi, biliyorsun sen bu işi.

Nasip! Neredesin kardeş? Hadi gidelim.

“Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler” diyelim bir oh çekelim…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*