Hürriyetin bir başlangıcı ve sonu var mıdır? Varsa bu sınırlar nasıl çizilmelidir? Özgürlük kul olmak ile sınırlıdır, iman etmek ile genişler. Çünkü insan sadece sosyal yaşamında değil nefsinin emirlerine boyun eğmeyerek de hürleşir. Said Nursî’nin dediği gibi; “İnsanlar hür oldular ama abdullahtırlar.” İşte hürriyetin sınırlarını; şuurunu Kur’ân hakikatleri ve Asr-ı Saadet’ten bizlere gelen mesajlardan alan Risale-i Nur eserleri ile daha iyi anlayabiliriz. Çünkü sırtını imana yaslamayan hürriyet kişiyi yoldan çıkartır, böyle bir hürriyette ne dünyada ne de ahirette insana yarar sağlar.
Said Nursî şöyle tanımlamıştır hürriyeti; “Hürriyetin şe’ni odur ki: Ne nefsine ne gayriye zararı dokunmasın.” Yani hür olmak ne kendine ne de başkasına zarar vermemektir. Dolayısıyla tam ve mükemmel hürriyet, kişinin firavunlaşmaması ve başkasının hürriyeti ile alay etmemesidir. “Nâzenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. Yoksa, sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir.” Yani sefahet (haram eğlenceler) ve rezaletteki hürriyet, gerçek anlamda hürriyeti ifade etmemektedir. Özgürlük şeriatın kanunlarıyla terbiye edilmeli ve süslenmelidir. Ahlâkı bozan, yıkıcılığı besleyen, insan olmanın onurunu ayaklar altına alan, asayişi ve emniyeti bozan fikirleri eyleme geçirmek hürriyet değildir. İfrat ve tefrit olmak üzere her iki uç da tehlikelidir, Müslüman aklını kullanarak, dinin emrettiği doğrultuda vasat yani orta yolda itidalli olmalıdır. “Risale-i Nur’un mesleği, nezihane ve nazikane ve kavl-i leyyindir.” yazar Tabiat risalesinde. Özgürlüğün bize getirdiği düşünce ve fikirlerimizi ifade etme üslubu işte böyle nazik ve tatlı olmalıdır.
Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (asm) şöyle buyurdu: “Allah’a ve âhiret gününe inanan ya hayır söylesin ya da sussun.1” Bu hadisten de anlıyoruz ki Müslüman her düşündüğünü söylemez, söylediği hayır olmalıdır.
Hürriyet düşüncelerin ifade özgürlüğüne dönüşebilmesi için temel şarttır. Ancak bu kutuplaşmadan, terörize etmeden, müsbet hareket edip, şartlara uyarak yapılmalıdır. Baktığımızda söyleyebilmenin de şartı dinleyebilmektir. İnsan farklı görüş ve düşünceleri dinleyebilme tahammülünde olmalıdır. İlk vahiy geldiğinde Cebrâil (as) gür sedası ile Peygambere (asm) seslenmiş, o da duyduklarını diline ve kalbine yerleştirmiştir. Kendi benimsedikten sonra Allah’ın emri ile tebliğ görevine başlamış ve işittiklerini insanlara dosdoğru iletmiştir. Burada hürriyetin bir penceresi olan ifade özgürlüğü Sahabelere açılmıştır. Risalet noktasında Sahabe Allah’ın emirlerine direkt itaat etmiş ama vahiy gelmeyen zamanlarda Peygamberimizin beşeriyet yönünü de göz önünde bulundurarak fikirlerini beyan etmişlerdir. Onlar öğrenmek ve daha iyi bilmek için sorgulamışlar, sorular sormuşlar, seslerini çıkarmışlardır. Böylece istişare, meşveret ve şûrâ da kelime olmaktan çıkıp anlamları ve faaliyetleriyle gerçek dünyada hayat bulmuşlardır. Ebu Hüreyre, Resulullah’ın (asm) bu yönüyle alâkalı şöyle demiştir: “Ben, arkadaşlarıyla Resulullah’tan daha fazla meşveret eden birini görmedim.”2 Düşüncelerin alışverişi katılımcı demokrasinin de temel yapı taşıdır. Böylece Asr-ı Saadet açık bir toplum yapısına şahitlik etmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de de büyük bir divan ya da meclis, dayanışma anlamına gelen Şûrâ Suresi yer almaktadır. Burada Müslümanların işlerini kendi aralarında danışma yoluyla yürüttükleri, ayrıca kâinatta Allah’ın birliğini gösteren deliller ve kıyamet gününün hâlleri konu edilmektedir. Görüyoruz ki bir Müslüman için fikrini özgürce bir mecliste söylemek ve dayanışma içinde olmak oldukça önemlidir. “… Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır.”3 demiştir sevgili Peygamberimiz. Müslümanın farklı meşrep, meslek ve mizaçta olması bir rahmet ve işlerin çözüme ulaşmasında kolaylıktır. Risale-i Nur’da da şöyle ifade edilmiştir. “Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, ‘Mesleğim haktır veya daha güzeldir.’ demeye hakkın var. Fakat ‘Yalnız hak benim mesleğimdir.’ demeye hakkın yoktur…” Tüm fikirler ve akıllar değerlidir. Hepsinin kendini ifade etmeye, bildiklerini ve gördüklerini kavgadan uzak bir zihniyetle, doğru bir üslupla söylemeye hakları vardır.
Öyleyse bu doğrultuda baktığımızda Said Nursî “Zaman cemaat zamanıdır” derken sanıyorum ki fikirlerin özgürce dile getirilip tartışıldığı böylece herkes için en iyi olacak kararın alındığı bir yapıyı gerekli görmüştür. Çünkü şairin de dediği gibi hakikat güneşi ancak fikirler çarpışırsa doğabilir.
Münazara ve istişare kültüründe fikirler açıkça konuşulduğu için bastırılmaz, dolayısıyla toplumun huzur ve bütünlüğünü olumsuz etkileyen durumlardan da uzak kalınır. Daha sağlıklı bir bakış açısı için zihinlerin yeni fikirleri düşünmekle, analiz etmekle, araştırmakla temizlenmeye ihtiyacı vardır. Fikir, din, vicdan, ifade, hukuk, basın özgürlüğü gibi insan olmanın hakları olan bu özellikler korunursa ülkeleri şahıslar değil sistemler yönetir. İnsanlar taleplerini, istediklerini, yanlış gördüklerini söyleyebilir; bildirim, denetim ve geri bildirim kültürü oluşarak ülke yönetiminde sistem haline gelir. Ülke kalkınmasının da itici gücü ifade hürriyetinden geçer. Çünkü bilimsel ve kültürel alandaki gelişmişlik farklı fikirlerin bir araya gelip iyi olanların filizlenmesi ile mümkün olmaktadır. Aksi takdirde toplum durgunluk sürecine girer, üretim olmaz, gelişme durur.
Hele ki enformasyon toplumu içinde yaşadığımız bu çağda bilgiyi öğrendikten sonra paylaşmak da psikolojik ve sosyolojik bir ihtiyaç haline gelmiştir. Risale-i Nur eserlerinde de görüyoruz ki Bediüzzaman Said Nursî doğru bildiğini çekinmeden dile getirmiş, daima bu noktada düşünce ve fikir özgürlüğünü savunmuştur.
Said Nursî’nin hürriyete hitaben söylediği; “Sen olmasaydın ben ve umum millet zindan-ı esarette kalacaktık. Seni ömr-ü ebedî ile tebşir ediyorum.’’ sözleriyle yazıma son verirken bir temennide bulunmak istiyorum.
İnşaallah, “Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şûrâdır.” düsturuyla nazenin hürriyetin gönlünü alıp tekrardan gerçekten fikirde ve ifadede hür olabiliriz. Doğu ve Asya kıtalarının üzerinde dolaşan baskıcı kara bulutları fikirlerin özgürce dile getirildiği şûrâlar ile dağıtabiliriz. Belki o zaman kurulan şûrâlarda çarpışan özgür fikirlerle insanlar için en iyi kararlar alınır, kim bilir işler ehil kişilere verilir, binalar ve şehirler yıkılmaz, insanların hayatları alt üst olmaz, ülkenin varlığını ve geleceğini inşa eden eğitim sekteye uğratılmaz, bilim ve teknikte ilerleme kaydedilir, refah, mutluluk ve güven içinde yaşamak hür olan insanlara nasip olur.
“Özgürlük kul olmak ile sınırlıdır, iman etmek ile genişler. “ Tebrik ve teşekkür ile…