Risale-i Nur vechesinden fikir hürriyetine bir bakış

Zamanın ilcaatına göre bazı kavramlar daha çok rağbet görür. Bazılarının miadı çabuk dolar. Bazılarının ömrü ise ilânihayedir. Hürriyet-i fikir kavramı da bu şekilde karşımıza çıkıyor.

Hürriyet kavramı nasıl su-i tefsir edildi ise, “Her türlü ‘zehirli’ fikri özgürce söylerim, kimse karışamaz” denildiği bir zamanda hürriyet-i fikir hakikatinin de pekâlâ su-i tefsiri mümkündür.

Fikir özgürlüğünü su-i tefsir edenlere, sadece fena fikirleri özgürce neşredenleri değil; istemedikleri, beğenmedikleri, hoş görmedikleri muhalif fikirlere had koyan, “Buraya kadar özgürsün, ancak buradan sonrasını söylemene, ifade etmene ve bu fikrini neşretmene ben karar veririm” diyen devletin güç erkini de kullanarak cezalandırmaya çalışanları da ekleyebiliriz.

Bediüzzaman Hazretleri de Risale-i Nur’un yazılmasının, okunmasının, neşredilmesinin kanunlar yoluyla yasaklanmaya çalışıldığı bir zamanda hürriyet-i fikir mücadelesi vermiştir.

Çevremize sorduğumuzda kuvvetle muhtemeldir ki herkes fikir özgürlüğünün çok iyi bir şey olduğunu hatta herkesin şu an özgür olduğunu söyleyebilir. Peki, fikriniz devleti, devlet nezdinde idarecileri rahatsız ederse buna ne derece izin verilebilir ve sizler devletin gücünü elinde bulunduranlara karşı ne kadar bir fikir mücadelesi verebilirsiniz?

Bu noktadan hareketle Risale-i Nur’daki ibareleriyle hürriyet-i efkârı nasıl anlayabiliriz?

Rejime Muhalif de olsa Fikirlerin Söylenmesi

“Sen ve bir iki risalen rejime ve usulümüze muhalif gidiyorsunuz.” diyenlere karşı Bediüzzaman Hazretleri cevaben:

“Evvelen, bu yeni usulünüzün, münzevîlerin çilehanelerine girmeye hiçbir hakkı yoktur.

Saniyen: Bir şeyi reddetmek ayrıdır, kalben kabul etmemek ayrıdır ve amel etmemek bütün bütün ayrıdır. Ehl-i hükûmet ele bakar, kalbe bakmaz. İdare ve âsâyişe ilişmeyen şiddetli muhalifler, her hükûmette bulunur. Hattâ, Hazret-i Ömer’in (ra) taht-ı hâkimiyetindeki Hristiyanlara, kanun-u şeriatı ve Kur’ân’ı inkâr ettikleri halde ilişilmiyordu. Hürriyet-i fikir ve serbestiyet-i vicdan düsturu ile, Risale-i Nur’un bir kısım şakirtleri, idareye dokunmamak şartıyla rejim ve usulünüzü ilmen kabul etmezse ve muhalif amel etse, hattâ rejimin sahibine adâvet etse, onlara kanunen ilişilmez.”

Metni incelediğimizde;

İnce bir nokta olarak “idareye ve asayişe dokunmamak şartı ile muhalefet” dikkat çekici. Risale-i Nur Talebelerinin muhalefet şeklinin diğer İslâmî oluşumların muhalefet şeklinden ayrıldığı en mühim nokta budur diyebiliriz belki de. Risale-i Nur Talebeleri, idareye ve asayişe dokunmamak şartıyla herhangi bir rejim ve usulü ilmen kabul etmeyebilir, muhalif de amel edebilir. Hatta ilgili rejimin sahibine adavet de edebilir. Çünkü hükümet ele bakar, kalbe bakmaz.

Bediüzzaman bu müsbet muhalefetini sadece tek parti döneminde Cumhuriyet adı altında tatbik edilen istibdat rejimine değil, Padişahlığa karşı da göstermiştir. Mesela: “İstibdat zulüm ve tahakkümdür, meşrûtiyet adalet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin (asm) emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir; biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere (asm) tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar, haydutturlar.”

Bu iki rejim farklı da olsa Bediüzzaman Hazretlerinin istibdat, zulüm ve tahakküm nereden gelirse gelsin sillesini vurduğunu görüyoruz. Yani “kaide ve prensip” olarak. Zamana ve mekâna göre değişmeyen, ondan ya da bizden olana farklı bir muamele değil “hakikatin kendisine” dair bir tutum.

Kendi Tarafın Olan Fikrin Neşri, Diğerlerinin Engellenmesi

Bediüzzaman Hazretleri hürriyet-i fikir ve vicdanı prensip edinmiş Cumhuriyet idaresinde Risale-i Nur hakikatlerinin ve bunları neşretmenin suç olmayacağını mahkemelerde ispat etmiştir. Şimdi o müdafaalarında geçen bazı kısımlara bakalım:

“Eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki, lâik mânâsı, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi dindarlara ve takvâcılara da ilişmez bir hükûmet telâkki ederim.” (Beyanat ve Tenvirler, s. 276)

“Kur’ân aleyhinde yazılan, Doktor Duzi’nin ve sair zındıkların o muzır eserlerini okuyanlar, hürriyet-i fikir ve hürriyet-i ilmiye düsturuyla suçlu sayılmadığı halde, hakikat-i Kur’âniyeyi ve imaniyeyi öğrenmeye gayet muhtaç ve müştak olanlara güneş gibi bildiren Risale-i Nur’u okumak ve yazmak bir suç sayılmış.” (14. Şua, s. 322)

“Mahkeme-i kübrâda, milyarlar ehl-i iman olan dâvâcılar tarafından, Kur’ân hakikatlerine hizmet eden Nur Talebelerini mahkûm ve perişan etmek isteyenlerden ve sizlerden sorulsa ki, ‘Serbestiyet kanunuyla dinsizlerin, komünistlerin neşriyatlarına ve anarşiliği yetiştiren cemiyetlerine müsamahakârâne bakıp ilişmediğiniz halde, vatanı ve milleti anarşistlikten ve dinsizlik ve ahlâksızlıktan ve vatandaşlarını ölümün idam-ı ebedîsinden kurtarmaya çalışan Risale-i Nur ve talebelerini hapisler ve tazyiklerle perişan etmek istediniz’ diye sizlerden sorulsa ne cevap vereceksiniz? Biz de sizlerden soruyoruz, onlara demiştim. O zaman o insaflı, adaletli zatlar bizi beraat ettirdiler, adliyenin adaletini gösterdiler.” (Tarihçe-i Hayat, s. 485)

Hükümet-i Cumhuriye Bîtarafane Kalıp Entrikacı Komitelerden Uzak Olmalıdır

Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’u ve talebelerini fikir hürriyeti noktasında müdafaa ederken aynı zamanda Cumhuriyetin ve hükümet-i Cumhuriyenin nasıl olması gerektiğini de anlatmıştır. Cumhuriyet mahkemeleri adeta hakikî Cumhuriyetin ve hükümet-i Cumhuriyenin nasıl olması gerektiğinin anlatıldığı bir ders kürsüsü haline gelmiştir:

“Nasıl ki hükûmet-i Cumhuriye ‘dini dünyadan tefrik edip bîtarafâne kalmak’ prensibini kabul etmiş; dinsizlere dinsizlikleri için ilişmediği gibi, dindarlara da dindarlıkları için ilişmemesi o prensibin icabatındandır. Öyle de, ben dahi bîtaraf ve hürriyetperver olması lâzım gelen hükûmet-i Cumhuriyeyi, dinsizliğe taraftar ve entrikaları çeviren ve hükûmetin memurlarını iğfal eden gizli menfî komitelerden tefrik edilip, hükûmetin onlardan uzak olmasını istiyorum, o entrikacılarla mübareze ediyorum.” (Tarihçe-i Hayat, s. 212)

Ezcümle, Risale-i Nur Talebelerinin hürriyet-i fikir prensibi ile iman ve İslâm hakikatlerini neşretme vazifesi devam etmektedir. İman hakikatlerinin neşrine çalışıldığı gibi “hürriyet, cumhuriyet, laiklik, demokrasi, şura, meşveret, ittihad-ı İslam” gibi birçok hakikati ders vermeye de devam etmelidir. Bunun bir ehemmiyetli ve tesirli vasıtası da gazete, dergi ve internet yayıncılığıdır. Hiç kimse bu vazifelerden ürkmemeli, kaçmamalı, nemelazımcılık etmemelidir.

1 Yorum

  1. Allah razı olsun Halil Ağabeyim. Yazından istifade ettik. Seni dergimizde daha sık görmek istiyoruz 🙂

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*