Ya hil’at ü yahud kefen

Hastane koridorunda oturuyorum. Bir gözüm hasta isimlerinin yansıdığı ekranda. Sıra bana gelmedi henüz, kalbimde ise hafif bir endişe. Zihnimde Niyazî-i Mısrî’nin “Lütf u kahrı şey-i vâhid bilmeyen çekti azâp, / Ol azaptan kurtulup sultân olan anlar bizi.”1   beyti yankılanıyor. Düşünüyorum; lütuf ile kahrı aynı şey bilmek nasıl bir sultanlıktır? Hastalık ile sağlık nasıl aynı şey olabilir?

Yunus Emre’nin biliyordum ama İbrahim Tennûrî’ninmiş sanırım “Kahrın da hoş, lütfun da hoş” sözleri; “Hoşdur bana senden gelen / Ya hil’at  ü yahud kefen / Ya taze gül yahud diken / Kahrın da hoş, lütfun da hoş”2. O’ndan geliyor diye kefen ile kaftana aynı şey gibi bakabilmek nasıl yüksek bir rızâ mertebesidir?!

“O güzelden ne gelse güzel”3  diyor Üstad da; “Cemil-i Zülcelal’in bütün isimleri Esmaü’l-Hüsna tabir-i Samedanîsiyle gösteriyor ki güzeldirler. Mevcudat içinde en latîf, en güzel, en câmi’ âyine-i samediyet de hayattır. Güzelin âyinesi güzeldir. Güzelin mehasinlerini gösteren âyine güzelleşir. O âyinenin başına o güzelden ne gelse, güzel olduğu gibi; hayatın başına dahi ne gelse, hakikat noktasında güzeldir. Çünkü güzel olan o Esmaü’l-Hüsnanın güzel nakışlarını gösterir.

“Hayat, daima sıhhat ve âfiyette yeknesak gitse, nâkıs bir âyine olur. Belki bir cihette adem ve yokluğu ve hiçliği ihsas edip sıkıntı verir. Hayatın kıymetini tenzil eder. Ömrün lezzetini sıkıntıya kalbeder… Fakat tahavvülde ve harekette ve ayrı ayrı tavırlar içinde yuvarlanmakta olan bir hayat, kıymetini ihsas ediyor, ömrün ehemmiyetini ve lezzetini bildiriyor.”4

Başa gelen şeylere “tevekkül etmek” gerektiğini prensipte biliyoruz hamd olsun. Fakat hakikaten başımıza bir şey geldiğinde tevekkül edebilmek, “tevekkül etmek gerektiğini bilmek” kadar kolay mıdır? Tevekkül sanki idman isteyen bir şey. Tevekküle çalışmak gerek… Bir de Allah’a karşı hüsn-i zan beslemek, Hakîm ve Rahîm isimlerinin gereği olarak yaptığı her işinde bir hikmet ve rahmet cilvesi olduğunu bilmek ve görmeyi beklemek…

“Ben tahmin ediyorum ki: Bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında, selâmet-i kalbini ve istirahat-i ruhunu muhafaza eden ve kurtaran, yalnız hakikî ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur’un dairesine sadakatle girenlerdir.

“Çünkü bunlar, Risale-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, her şeyde rahmet-i İlahiyenin izini, özünü, yüzünü görüp her şeyde kemal-i hikmetini, cemal-i adaletini müşahede ettiklerinden kemal-i teslimiyet ve rıza ile rububiyet-i İlâhiyenin icraatından olan musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlâhiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki elem ve azap çeksinler.”5

İşte o gün hastanede, tevekkül etmeye çalışarak fakat kalbimdeki hafif endişeyle beraber girdim doktorun odasına. Elhamdülillah, yokmuş ki bir şeyim. Değmezmiş endişelenmeye fakat Hâfız-ı Şîrâzî’nin dediği gibi insan; “Yek katre-i hûnest-o hezâr endişe / Bir katre kan, bin türlü endişe.”6

Hani bazı cümleler, kelimeler zihninizin bir köşesinde vardır aslında. Fakat bir olay yaşadığınızda tekrar gün yüzüne çıkar, kendini hatırlatır, “Bana bak, manamı anlamaya çalış” der size. Niyazî’nin beyti de benim için öyle oldu. Zahiren hoşuma gitmeyen, güzelliğini göremediğim hadiseler karşısında hatırlatıyor kendini artık. Bu deprem hadisesinde de öyle oldu. Zahiren kahrını gördük gibi o Kahhâr’ın, fakat o Latîf’tir de. Muhakkak çok lütuflar bu perdenin arkasında gizlenmiştir. Bize düşen; perdelere takılmadan ibret almak, dersler çıkarmak olsa gerek.

Bu umûmî musibette zarardîde olan kardeşlerimizden vefat edenlere rahmet, kalanlara sabr-ı cemîl niyaz ederiz. Rabbim ibret alanlardan, “lütuf ile kahrı şey-i vâhid bilen sultanlardan” eylesin inşaallah. Âmin!

Dipnotlar:
1) Bu beytin geçtiği nutk-ı şerîfin tamamı ve beyitlerin izahı için muhakkak okumanız tavsiye olunur: Tıklayınız.
2) “Pâdişahlar ve vezirler tarafından birine iltifat veya mükâfat olarak giydirilen, kürklü veya işlemeli kıymetli kaftan” Kubbealtı Lügati, Hil’at maddesi
3) Lem’a, 19. Devâ
4) Age
5) Kastamonu Lahikası
6) Tabiî buradaki endişeyi “düşünce” gibi anlamak daha doğru olur.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*