Zarar verme!

İlk yardımla ilgili okuduğum makale “Tıpta ilk öğrenilen şey ‘premium non nocere; yani önce zarar verme!’ ilkesidir.” cümlesiyle bitiyordu. Pek çok şey anlatılmış elbet ilk yardım müdahaleleri hakkında; fakat “Zarar verme!” ihtarı, hepsinden mühim geldi bana.

Fıtratın muhafazasının öncelik ve önemiyle ilgili alâka kurmam da bu yüzden oldu. Lütfedilmiş haliyle, özünde tertemiz olan fıtratına zarar verme! Onu koru!

Bir yakınımın babası hastane odasındaki yatağında aniden fenalaşıyor. Hemşire geliyor ilk anda müdahale için. Sürekli ve yüksek sesle “Amca benimle kal! Amca burada kal! Amca duy beni!” diye tekrarlıyor hastanın nabız ölçümünü yaparken. Takati kesilmiş bir hastaya bile yardım edilirken hastanın çabası, gayreti isteniyor, diye düşündüm. Fıtratı duymak, fıtratta kalmak için de durum böyle değil mi? Şuur, çaba ve gayret.

“Fıtrat, içgüdüden daha bilinçli bir şeydir.” diyor M. Mutahhari. “İnsan bildiği şeyi bildiğini bilebilir; yani insanın bir takım fıtriyatı vardır ve bu fıtriyatlara sahip olduğunu bizzat kendisi de bilir.” Bu bilme, Allah’ın yaratılışımıza lütfettiği fıtratın selametini muhafaza etmek ve bu hususta tedbirler almada, bizi harekete geçiren önemli bir duygu/güç sanırım. Bizi yaratanı tanımaya ihtiyaç duyuşumuz da fıtratımızdaki bu meyilden. Kâinat ve vicdan satırlarında Onu okurken, Ona kulluk ederken selamette oluşumuz da…

Nakş-ı âzam

Yâ Rahman, Yâ Rahîm!

Fıtrat; insanın hilkati, insanın mahiyetindeki maya. Fıtratımın mayası esma. “İnsan, şecere-i kâinatın en son ve en mükemmel meyvesi.” Mutlak kemâlin arayışı içinde olmak da insanın fıtrî bir vazifesi. İşte bu yüzden fıtratta kalınca ben, belki de her şeyim. Fıtrattan çıkınca, hiçbir şey. Bizleri başlangıcın ilim ve marifet fıtratından ayırma Yâ Rabbi!

İnsan yokluktan varlığa yaratılırken, varlığı ile Allah’ın yaratma isminin tecellîsine mazhar olmuş. Allah’ın esmasını hayatımıza hayat kılmak, tam da bu yüzden mühim. Söz konusu, ufka erdiren bir yolculuk çünkü. Fıtrat ufku, gönül yelkenimizin huzura açıldığı korunaklı liman. Vicdanın gerçek sevgiye teslim olduğu belde. Yokluğun içinden yarılıp çıkan fıtrî meyil, sevgi. Kara kışın karanlıktan bahara yırtılan kalbi. Esmânın nukuşuna tulûat ve mahlukatın Rabbine tesbihi: “Zikir, fikir, şükür” sonsuz kere Sanadır Yâ Rabbî! “Zikir, fikir, şükür” yalnız Sana!

Cevher ile araz

Mesnevî’de geçiyor, adamın biri yol üstüne bir diken ağacı dikmiş. Dikenler yoldan geçenlere batıyor, elbiselerini yırtıyormuş. Adama bu durum anlatılmış ve dikenleri sökmesi istenmiş. Adam olur demiş; ama sökmeyi ihmal etmiş.

Mevlânâ diyor ki: “Kötü huylarını diken, bunu bil ve insanlara verdiği ezâyı unutma. Bugün yarın sökerim diye de ihmal etme. Hemen şimdi! Zira sen yaşlanırken dikenler gençleşmekte, çoğalıp kuvvetlenmektedir!”

Cevher fıtrî ve temiz olduğuna göre, onu fıtrata benzetmek yanlış olmayacak. Selametini muhafaza etmediğimizde kirlenen yanlarımızı da dikenlere… Mevlâna, insanın özünü bir cevhere, ona bulaşan kötülükleri de araza benzetiyor. Ona göre cevher esastır, araz ise gelir geçer şeydir. Cevheri örten kötülük ve günah perdesi kaldırılınca, bütün insanların aynı derecede temiz ve şerefli oldukları ortaya çıkar. Çünkü fıtrat iyilikten yana ve ana sütü gibi pak, temizdir.

Cenab-ı Allah buyuruyor: “O halde sen, batıl dinlerden uzaklaşarak yüzünü ve özünü, hak din olan İslâm’a yönelt. Yani Allah’ın insanları yaratmasında esas kıldığı o fıtrata uygun hareket et. Allah’ın bu hilkatini kimse değiştiremez. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların ekserisi bunu bilmezler, anlamazlar.” (Rûm Suresi: 30/30)

Dikenler, kulun samimî gayretiyle inşaallah gelir geçer. Hayat boyu imtihanda olan insanoğlunun istikametten savrulmamak için yüzünü ve özünü fıtrata dönmesi ne iyi! Arazlarımızı yol yakınken törpüleyip, yaratılışın tevhid hikmetiyle yaşamak ne hoş!

Öyleyse öncelikle bunu sen işit, ey arazlı nefsim:

“Fıtratını duy! Fıtratına dön! Fıtratta kal!”

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*