Kısa Yorum – Mayıs 2023

Kısa Yorum sayfamızda sizlerden gelen yazıları yayınlamaya devam ediyoruz. Sizler de yazılarınızı her ayın 15’ine kadar editor@gencyorumdergisi.com adresine gönderebilirsiniz. Çalışmaları yayınlanan arkadaşları tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz…

Hal ve Makam

Hassas ruh ve mârifete uyanmış şuurlar, suyun üzerindeki kabarcıklarda güneşin akislerini gördükleri gibi, gönül yamaçlarında da hâl dalgalanmalarını öyle görür, hisseder ve ayrı ayrı idrakle ona mukabelede bulunurlar. Kalb balansını iyi ayarlayamamış, dolayısıyla da irtibatsız kalmış kopuk ruhlar, bunları birer vehim ve hayal sanabilirler; varlığa Hakk’ın nuruyla bakanlar için ise bunlar ayânlardan ayân gerçeklerdir.

Nur LEVENT

Yoktu Kimliğim  Sana Yolcu Olmak İstedim

Taşırım zannettim, yükledim omzuma. Ama sevgili, taşı delebilen ademin; bir avuç toprağı geçemeyeceğini bilemedim. Varmak değildi niyetim, varılır mı orası da muamma ama yol sanaysa eğer yürünür elbet dedim, düştüm yola.

Yoktu kimliğim, sana yolcu olmak istedim.  Biliniceksem eğer seninle bilinmek istedim. Ama olmadı, yapamadım öyle bir düştüm ki sevgili; canımı acıtan; kanayan dizim değildi,  yüreğimdeki gurbet acısıydı bilemedim. Oysa taşırım zannetmiştim. Bürünürsem eğer bir bedene üşümem sanmıştım yağsa da üzerime dolu çünkü heybemde azığımdı hasretin. Ama gurbetin bu denli soğuk olabileceğini bilemedim. Ayazda bıraktım, sensiz bıraktım yüreğimi sevgili. Bir damla suydum sana susayan, bilemedim. Yenildim, her yenilmişliğimde de kendimden bir parça verdim. Dağıldım ben sevgili, topla herbir parçamı yalnızca sana bürüneyim yalnızca sende bilineyim. Ağır geldi oysa taşırım zannetmiştim sevgili.

Merve DEMİR

Bir güneş doğuyor

Bir insanlık güneşi doğuyor… Şafak sökmeye yaklaşmış, insanlar bekleye durmuştu. Bir beklenti ki beklentisizlik, sevgi ve muhabbet ile besleniyordu. Diller insanlık söylemlerinden yılgınlığa düştüğü zaman gerçek manada bu söylemi yerine getirecek kimseleri arıyordu. Güneş öyle bir doğmaya yüz tutmuştu ki; güneş zerresi ile değil tüm harekeleri ile dünyayı aydınlatacaktı.

Ahmet PİRLİOĞLU

Kulluk vazifesi

Sonsuz acz ve fakr ile bezenmiş, mevcudatın en üstün varlığı olan beşerin Yaratıcı ile rabıtası kulluktur. Sonsuzluk ihtiva eden ve devamlı olması gereken kulluk vazifesinin ihmal edilmesi durumunda hayat anlamını yitirir ve acı veren bir hâle bürünür.

Hayatın tamamen dünyevî meşgalelerden ibaret olmadığını ve insan faaliyetlerinin bu eksende dönmediğini idrak ettiren, farkındalıkla ortaya çıkan beşerin kulluk vazifesi, hayatın hakikatli bir neticesi olarak hayatımızın merkezinde yerini alır.

Böylelikle zaman ve mekânın önemi olmadan, beşer her zaman Allah’a bağlanmak ister, O’nu (cc) razı etme kaygısı içinde yaşar. Hisleri O’nu (cc) razı edecek şeylerle dolup taşar ve O’nu (cc) hoşnut etmek üzerine kurulu bir hayatın içinde bulunur. Vücuduna konulan duygular ile Allah’ın nimetlerini tadar ve çok şükreder. Fıtratına konulan cihazlarla Allah’ın isimlerini tanır. Bir sergi yeri olan dünyada Allah’ın isimlerinin güzel yansımalarını bilerek ve hayatı ile sergileyerek, açığa vurarak yaşar. Hal ve hareketleri ve sözleri Allah’ın hâkimiyeti altına girdiğini, O’nun (cc) kulu olduğunu ilan ederek, Allah’ın isimlerinin kendisine yansımasından gelen manevî duygular ile süslenip bu duyguları yaşar. Her şeyi yoktan var eden, her şeyi sanatlı olarak yaratan ve hayat veren Allah’a kulluğun sunulmasını bilerek gözlem yapar, tefekkür ile bakıp şehadet ile gösterir. Âlemdeki mevcudatın her birinin kendine has bir dil ile Hâlık’ının vahdaniyetine ve Sâni’in rububiyetine dair manevî sözlerini anlayıp, kavrar ve sonsuz acz ve fakr ile nihayetsiz kudret ve İlâhî zenginliğin derecelerini anlar.

Bediüzzaman Said Nursî’nin dediği gibi: “Hayatınızın makinesinde derc edilen şu nazik letâif ve mâneviyat ve şu hassas âzâ ve âlât ve şu muntazam cevarih ve cihazat ve şu mütecessis havas ve hissiyatın gaye-i yegânesi, şu hayat-ı fâniyede nefs-i rezilenin, hevesât-ı süfliyenin tatmini için istimaline mi münhasırdır? Hâşâ ve kellâ! Belki, vücudunuzda şunların yaratılması ve fıtratınızda bunların gaye-i idhali, iki esastır:

“Biri: Cenâb-ı Mün’im-i Hakikînin bütün nimetlerinin herbir çeşitlerini size ihsas ettirip şükrettirmekten ibarettir. Siz de hissedip şükür ve ibadetini etmelisiniz.

“İkincisi: Âleme tecellî eden esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin bütün tecelliyâtının aksamını, birer birer, size o cihazat vasıtasıyla bildirip tattırmaktır. Siz dahi tatmakla tanıyarak iman getirmelisiniz.

“İşte, bu iki esas üzerine kemâlât-ı insaniye neşvünemâ bulur. Bununla insan, insan olur.”

Kısaca gözümüzün gördüğü, kulağımızın duyduğu her şeyin bir amaca bağlı olmasıyla birlikte yaşadığımız hayatın merkezinde bir gaye olduğunu ve bu gayenin hiç son bulmadığını anlar, dünyanın nefes kesen havası içinde boğulmadan, nerede olduğumuz fark etmeksizin, her zaman kulluk vazifesi bilinciyle yaşayarak, sonsuz mutluluk kaynağımız olan vazifemizi yerine getirerek amacımızı gerçekleştirmiş oluruz.

Nursena SELÇUK

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*