Dünya döner, aldatır ve unutturur. İnsan doğar, yaşar ve unutur. “İnsan” etimolojik olarak “nisyan” kelimesinden türemiştir. İnsan kelimesinin kökü nisyandır. Nisyan ise, unutkanlık demektir. Bediüzzaman Hazretleri; “İnsan nisyandan alındığı için nisyana müptelâdır.”¹ ifadesini kullanır.
İnsan için unutmak bir nimet midir veya bir hezimet mi? Unutmak bizlere bir rahmet midir veya telafisi olmayacak yanlışa düşmek midir? Kimi, neyi ve neden unutmak isteriz. Unutarak mı kendimize iyi geliriz yoksa unutmadan yaşayarak mı iyileşiriz? İnsan kaçtıkça yakalanır, unutmak istedikçe hatırlar. Bu konuda yaşam ve ölümü bir metafor olarak ele alırsak, yaşam hatırlamayı, ölüm unutmayı sembolize eder. Unutursak mı unutmazsak mı geriye sağ bir biz kalır?
İnsan yaratılışı bakımından unutmaya meyillidir. Ayet-i kerimede belirtildiği üzere, “Hani Rabbin Âdem oğullarının bellerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine şâhit tutarak: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diye sormuştu. Onlar da: ‘Evet, şâhitlik ederiz ki sen bizim Rabbimizsin’ demişlerdi. Böyle yaptık ki kıyâmet günü: ‘Doğrusu bizim bundan haberimiz yoktu!’ demeyesiniz.”²
İnsan şeytanın tuzağı ve nefsin fısıltısı ile, yaratılış gayesini, dünyanın sadece aldatma ve oyundan ibaret bir yer olduğunu unutmaktadır. Oysa insanın yaratılış gayesi ve dünyaya geliş maksadı Allah’ı bilmek, tanımak ve sevmektir. Risale-i Nur’daki ifadesiyle; “Eğer insan, maddî ve manevî her bir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarf etmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa ve şeriata imtisal ederse, insanın cevherinde vedîa bırakılan o örneklerin her birisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan, o pencereden, o âleme bakar ve o âleme tecellî eden sıfatla o âlemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir ayna olur. O vakit insan, ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülasa olur ve her iki âleme tecellî eden, insana da tecellî eder. İşte bu cihetle, insan, sıfat-ı kemaliye-i İlahiyeye hem mazhar olur, hem muzhir olur. Nitekim Muhyiddin-i Arabî ‘Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim, mahlukatı yarattım.’3 hadis-i şerifinin beyanında, ‘Mahlukatı yarattım ki, bana bir ayna olsun ve o aynada cemalimi göreyim.’ demiştir.”4
İnsan için unutmak, kimi zaman rahmet ve nimet iken kimi zamanda bir musibet ve gaflet sebebidir. İnsan hayatına sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için, psikolojisine zarar veren travmalarını, ruhunda yara bere açan hadise ve hadiselerin müsebbiblerini, kalbindeki acıları geride bırakmak suretiyle unutması elzemdir. Unutmak bu yönüyle Rabbimizin bizlere vermiş olduğu en büyük ve en kıymetli lütuflardandır.
İnsanın hayır ve iyiliği hasebiyle tasarruf etmesi gereken unutma nimeti şeytanın hilesi ve nefsin aldatmasıyla ebedî saadetimiz için büyük bir tehdide dönüşebilir. İnsan için unutmanın en gaflet, en şiddetli ve en tehlikeli hali Cenab-ı Hakk’ı unutmaktır. İnsanın başına gelebilecek en büyük hezimet Rabbini unutmaktır. Rabbini kaybeden, oyun ve aldatmadan ibaret olan dünyada neyi kazanabilir? Rabbini unutanın hatırlayacak neyi kalmıştır? Ebedî saadetin nişanesi olan bâkî hazineleri kazanma gaye ve maksadını unutunca, bir aslın gölgesinden ibaret, bir şişe hükmünde olan dünyanın fânî lezzeti ve bâkî baharları unutturan, üç gün sonra solmaya mahkum bir çiçeğe benzeyen hayatını hatırlamak ne kadar kıymetli olabilir?
Velhasıl “Unutmak ya da unutmamak işte bütün mesele bu!” dersek yanlış bir ifade kullanmayız. Unutmak ve unutmamak şifamıza, hayrımıza ve Cennete vesile olması duasıyla.
“Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek bizi ondan dolayı hesâba çekme.”5
İlk yorumu siz yazın