Vakıflar Ülkesi: Osmanlı

(Osmanlıdaki ilginç vakıflar serisi-1)

Vakıf, bir malın insanların menfaatine tahsis edilmesi demektir. Vakıf malının mülkiyeti Allah’a ve menfaati de Allah’ın kullarına aittir. Vakıf kurma ve vakfetme, Türk ve İslâm toplumunda bir gelenek halini almış ve bu gelenek şehirlerden köylere kadar uzanmıştır.

Vakıf sistemine ehemmiyet ve parlaklık kazandıran, İslâm dini olmuştur. Peygamber Efendimiz (asm) ile beraber vakıf sistemi güzel bir hal almış olup kendisi de vakıf kurarak ashabının ve sonra gelen Müslümanların da böyle davranmalarını teşvik etmiştir.

Müslümanlar Peygamber Efendimizin (asm) “İnsanlar ölünce amel defterleri kapanır. Ancak faydalı ilim, hayırlı evlat ve sadaka-i câriye (hayır eseri) bırakanlar müstesnâdır. Onun amel defterine, o hayır eserinden istifade edildiği müddetçe sevap yazılır” müjdesine kavuşmak ve isimlerini ebedîleştirmek için vakıflar kurarak “halka hizmet, hakka hizmet” anlayışı içerisinde olmuşlardır. Osmanlı’nın hüküm sürdüğü dönem hem İslamiyet’in hem de vakıf geleneğinin zirve dönemi olarak bilinmektedir. Halk devlete yük değil destek olmuştur. Bir çok amme hizmeti, vakıflar yoluyla yerine getirilmiştir. Osmanlı’daki vakıflara bakıldığında insandan hayvana, hayvandan eşyaya her şey için bir vakıf kurulduğunu görmek mümkündür. Aralarında öyle ilginç vakıflar var ki insanı hayrete düşürüyor. Sevgili okur, hadi Osmanlı’daki bu ilginç vakıfları inceleyelim.

DUVAR YAZILARINI SİLEN VAKIF

İstanbul fethedildikten sonra Fatih Sultan Mehmet şehirde yenilik, temizlik ve çevre düzeni üzerine yoğunlaşmış durumdaydı. Vezir ile birlikte tebdil-i kıyafet halkın arasına karışarak şehrin içerisinde keşifler yapıp, eksikleri belirliyordu. Yol boyunca gördüğü cami, medrese ve çeşmelere kısık ses ile başını sallayarak “vah vah” diye mırıldanıyordu. Vezir, “Padişahım acaba neye kızdı da vah vah çekiyor?” diye düşünürken bir anda Fatih Sultan Mehmet, vezire döndü ve şunları söyledi: “Gördüm ki cami, medrese, çeşme ve hamamların çevresi bakımsız, duvarları karalanmış, yazılar yazılmış ve kirletilmiş.” Vezir, “Padişahım, hemen temizleteyim” deyince Fatih Sultan Mehmet, “Bu bir kerelik iş değildir, devamlılık ister. Bu bir ahlâk ve gelenek haline gelene kadar yapılması gereken bir hizmettir. Bu günden tez bu işler için bir vakıf kurulmasını isterim. Bu iş için aklı başında işini iyi yapan adamlar bulacaksın. Bu adamlar her daim göreve hazır olacak. Medrese, kışla, cami, han, çeşme, hamam ve bahçelerin duvarlarındaki yazı ve kirleri temizleyerek ve çevresinin de bakımlı olmasını sağlayacaklar.” der. Bunun üzerine 1470’te “Mehmet Han-ı Sani bin Murat Han-ı Sani Vakfı” kurulmuş ve güzel hizmetlere vesile olmuştur.

KIZLARA ÇEYİZ HAZIRLAYAN VAKIF

1845 yılında İstanbul’da “Mehmet Esat Efendi bin Ahmet Efendi Vakfı” adı ile Sadr-ı Rumeli, Nakibu’l-Eşraf ve es-Seyyid taraflarından kurulmuştur. Bu vakfın ilk gayesi çeyize ihtiyacı olan kızları tespit edip onların çeyizlerini üstlenmekti. Sonra vakfın büyümesi ile güçten düşmüş kayıkçı ve hamallara bir tür emekli maaşı bağlayarak zor zamanlarında yanlarında olunmuştur. İlerleyen süreçlerde kaldırım yaparak, yol açarak ve iskeleleri onararak güzel bir hizmet modeli izlemişlerdir.

YAZ GÜNLERİNDE SU DAĞITAN VAKIF

1566 yılında İstanbul’da “Ataullah Efendi bin Şemseddin Vakfı” adı ile Ataullah Efendi tarafından kurulmuştur.

Ataullah Efendi, döneminin Şeyhülislamı Ebussuud Efendinin talebesiydi. 2. Sultan Selim’e şehzadeliği döneminde hocalık yaptığından “Hace-i Sultanî” yani “Sultanın Hocası” lakabını almıştır. Ömrü İslam’a ve insanlığa hizmetle geçmiştir.

Ataullah Efendi, hocasından duyduğu üzere bir şeyin gelmesinden çok korkardı. Hocası Ebussuud Efendi “Bir zaman gelecek, bir bardak suyu bile insanlara parayla satacaklar” demişti. “Allah’ın suyu parayla satılır mı?” diye kızan Ataullah Efendi o günden sonra “O günleri görmeyeyim” diye dua ederdi.

Ataullah Efendi dünya hayatının son günlerini hasta yatağında geçiriyordu. Aile üyelerini yanına çağırdı ve bir vasiyetinin olduğunu söyledi. “Vakfının su dağıtma işinin kesinlikle ihmal etmemesini; bir sebil yapılmasını, her daim o sebilde soğuk suyun bulunmasını, vakfın aldığı bardaklarla Allah rızası için su ikram edilmesini; su dağıtmanın çok sevap olduğunu, dua almaya vesile olduğunu, bu konuda hassas olunması gerektiğini” vasiyet etti. Ölüm döşeğinde bile hizmeti düşünen bu zat 1571 yılında ebedî âleme göç etti.

FAKİRLERİN VERGİLERİNİ ÖDEYEN KADININ VAKFI

1708 yılında Bulgaristan’ın Osmanlı yönetiminde olduğu dönemde Varna şehrinin Provadi kasabasında bölgedeki karışıklıklar sebebiyle Müslüman tüccarlar geçim konusunda ve vergi konusunda ciddi zorluklar yaşıyordu. Ticaret Avrupalı tüccarların eline geçmiş durumdaydı. İşte böyle bir zamanda beklenmedik bir olay oldu. Vergi borçlarını ödeyemeyenlere vergi idaresinden tebligatlar gelmeye başladı. Gelen tebligatlarda “Yukarıda yazılı ödenmemiş olan borcunuz Ümmühan Hatun Vakfı tarafından ödenmiştir. Borcunuz tamamen kapatılmıştır. Bilginize.” yazıyordu. Tebligatı alan tüccarlar çok sevinmişler ve Allah’a şükür etmişlerdi. Ümmühan Hatuna da çok dua etmişlerdi. Ümmühan Hatun tarihe “fakirlerin vergilerini ödeyen kadın” olarak geçti.

BOĞAZDA TEMİZ HAVA ALDIRAN VAKIF

1730 yılında İstanbul’da “Ramazan Oğlu Hacı Nureddin Vakfı” adı ile Peksimetçi lakaplı bir hayırsever tarafından kurulmuştur. Vakıf kurucusu ilk başta boğaza bir çeşme yaptırır. Sonra yanına köşk yaptırır ve köşkün önündeki limanı da alarak vakfiyesine katar. Köşkün kapısına “Buraya gelen insanlar burada konaklayıp boğaz havası alsınlar. Boğazı seyrederek dinlensinler” diye yazdırmıştır. Peksimetçi bey ince bir hayırseverlik yapmıştır.

HELALLEŞME VAKFI

1484 yılında Bursa’da “Şemseddin Bin Kemal Güranî” adı ile dönemin Şeyhülislâmı Güranî Hazretleri tarafından kurulmuştur. Fatih Sultan Mehmet’in hocası Güranî, dönemin en tanınmış âlimlerindendir. Güranî’nin kurmuş olduğu vakıfta hizmet etmenin tek bir şartı vardır: Vakıfta hizmet etmek isteyenler, yapmış oldukları hizmetten kazandıkları sevabı, helalleşme ümidiyle, üzerlerinde hakkı olup da helalleşemediği kimselere bağışlamalıdır. Bu şartı kabul edenler vakıfta görevlerine başlar, iaşesi için bir miktar maaş bağlanır. Yapmış olduğu büyük hizmetlerden biri de uzun yıllar mektepler açarak hiçbir ücret talep etmeden ilim talebesi yetiştirmek olmuştur.

MEYVE YEDİRME VAKFI

1594 yılında Bursa İznik’te “Mehmet Ağa bin Hüseyin Nasrullah” adı ile Mehmet Kethüda tarafından kurulmuştur. İznikli Mehmet Kethüda Bey’in çok sayıda meyve bahçesi vardır. Durumu da bir hayli iyidir. Bir vakıf açıp hayır yapmak istemektedir. Bolca meyve bahçesi olduğundan insanlara meyve yardımı yapmak aklına gelir. Vakfı açar ve hemen işleyişi başlatır. Mehmet Kethüda Bey, meyveleri at arabasına yükleterek bahçıvanına her sokağa ve her haneye meyve ulaştırılmasını söylemiştir. “İnsanlara meyve bağışı yapan vakıf mı olurmuş?” diye şaşıranlar olmuş, ama bir o kadar da sevinmişlerdir. Vakıf uzun süre bu görevini ifa etmiştir.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*