Hoşgörüde celâl – cemâl dengesi

Hoşgörü, çevremizdeki insanların yanlış olduğunu düşündüğümüz davranışlarını iyiye yorup güzel karşılamaktır. “Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki candan bir dost oluvermiştir.”1 ayet-i kerimesi bize hoşgörülü olmayı emreder.

Karşımızdaki kişiye hoşgörülü davranabilmek için kişiyi, yaptığı hatayı ön plana koymadan, kişinin güzel hasletlerini göz önünde bulundurarak değerlendirmek gerekir. Bediüzzaman Hazretleri bu hakikate şöyle işaret eder:

“Sen, bir hane-i Rabbaniye ve bir sefine-i İlahiye olan bir mü’minin vücudunda iman ve İslâmiyet ve komşuluk gibi dokuz değil, belki yirmi sıfât-ı masume varken; sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden ona kin ve adavet bağlamakla, o hane-i maneviye-i vücudun manen gark ve ihrakına, tahrib ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şenî’ ve gaddar bir zulümdür.”2

Her davranışta olduğu gibi hoşgörülü olmada da birtakım ölçüler vardır. Bediüzzaman Hazretleri, “Fert, mütekellim-i vahde olsa, müsamahası, fedakârlığı amel-i sâlihtir. Mütekellim-i maalgayr olsa hıyanet olur.”3 demiştir. Yani bir fert başkaları değil, yalnız kendi adına hareket ediyorsa kötülüğe müsamaha gösterebilir, affedebilir. Ancak başkalarını temsil eden bir fert fedakârlık gösteremez. Dolayısıyla kişi, kendisine yapılan yanlışlara karşı hoşgörü ile mukabele edebilir ve etmelidir. Ancak toplumdaki fertlere ya da toplumun bütününe zarar veren yanlışlara hoşgörü ile yaklaşılmamalıdır.

Bir makalede konuyla ilgili şu cümlelere yer verilmiştir: “İnsanın bedeninde oluşan bir hastalığı tedavi ettirmemesi nasıl hoşgörü olarak değerlendirilmiyorsa, içtimaî hayatın hastalanmasına zemin hazırlayan kötülüklere, günahlara vurdumduymazlık, nemelâzımcılık da hoşgörü olarak adlandırılmaz.”4

Bununla birlikte Bediüzzaman, “Hürriyetin şe’ni odur ki ne nefsine ne gayrıya zararı dokunmasın.”5 demiştir. Bu ölçü nazara alındığında, bir kişinin sadece başkalarına değil, kendisine yaptığı kötülüklere de hoşgörü ile yaklaşılmaz. Kişinin işlediği günah kendisine dünya ve ahirette zarar verecektir. Bu nedenle bir günah işlendiğine şahit olduğumuzda onu hoş görmek değil, bilakis onu engellemeye çalışmak insanî bir vazife olmakla birlikte iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek her mü’minin vazifesidir.

Bir hadis-i şerifte bununla ilgili olarak, “Sizden öncekilerden biri, günah işlediğinde diğeri onu men eder azarlardı. Ertesi günde de sanki onu dün günah işlerken görmemişçesine onunla oturur birlikte yer, içerdi. Bunu gören Allah bunların kalplerini birbirine benzetti. Sonra onlara Davud’un ve İsa’nın diliyle lânet etti. Muhammed’in canını elinde tutan Allah’a yemin ederim ki ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, sefih ve zalimin zulmünü engeller ve onu hakka çevirir, hak üzerinde durursunuz ya da Allah kalplerinizi birbirine benzetir, sonra sizi de onları lânetlediği gibi lânetler.”6 buyurulmuştur.

Yine bir hadiste, “Sizden kim bir kötülük görürse eliyle düzeltsin, buna gücü yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.”7 buyurulmuştur.

Bu hadisten, bir kötülüğü önce el ile, yani fiil ile, davranış ile, karşımızdaki kişiye örnek olarak düzeltmemiz gerektiği anlaşılıyor. El ile düzeltebileceğimiz bir kötülüğü direkt olarak kişinin yüzüne vurmak ve düzeltmesini istemek aksü’l-amel edip ters tepebilir ve kişi yanlışta ısrar edebilir. Bunun yerine ef’alimizle örnek olmak daha etkili olacaktır.

Ancak elimizle düzeltemeyeceğimiz bir kötülük varsa o kötülüğü dilimizle düzeltmek cihetine yönelebiliriz. Bediüzzaman Hazretleri bununla ilgili şunları söyler: “Evet, mü’min kardeşini sever ve sevmeli. Fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, lütufla ıslahına çalışır.”8

“Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse; ondan darılmak değil, belki memnun olmak lazım gelir.”9

Bu ölçülerden, kişinin kötülüğü için ona acımak ve kötülüğün şerrinden kişiyi muhafaza etmek niyetiyle adım atılması gerektiği anlaşılıyor.

İşlenen kötülük dil ile de düzeltilemiyorsa, kişiye bu kötülükten vazgeçmesi için samimiyetle dua etmek gerekir.

Yine Peygamber Efendimizden (asm) hoşgörünün ölçüsü ile ilgili önemli bir hadiseyi paylaşmak istiyorum:

“Bedevî, mescidin bir köşesine abdest bozar. Bu durumu gören Sahabelerin müdahalesi sert olur. Fakat Resulullah (asm) onları engelleyerek şunları söyler: ‘Gidin bevl yaptığı yere su dökün. Siz güçlük için değil, kolaylık için gönderildiniz.’ Bedevîye de şunları söyler: ‘Bu mescidler ne idrar ve ne de başka bir pislik için yapılmış yerler değildir. Buralar Allah’ı anmak ve namaz kılmak ve Kur’an okumak için yapılmışlardır.’”10

Evet, mü’min mü’mine hüsn-ü zan ile bakmalıdır. Bu bakış mü’minleri güzel ahlâka yaklaştırıp kötülükten uzaklaştıracaktır. Yine Bediüzzaman bununla ilgili, “Fena bir adama ‘İyisin iyisin’ desen iyileşmesi ve iyi adama ‘Fenasın fenasın’ desen fenalaşması çok vuku bulur.” demiştir.11

Hoşgörü insanî bir vecibedir ve mü’minlerde bulunması gereken güzel bir haslettir. Birbirini Allah için seven mü’minler birbirlerine hoşgörü ile yaklaşırlar. Kişiden bir kötülük gördüklerinde ise o kişinin fiilini değil, niyetini hoş görürler ve o kötülüğü lütufla düzeltirler.

Dipnotlar:
1) Fussilet Suresi, 34. Ayet
2) Mektubat, Yirmi İkinci Mektup, s. 309
3) ESDE, Sünuhat, s. 335
4) Yeni Asya Gazetesi, 14 Kasım 2015, Yasemin Yaşar
5) Münazarat, s. 56
6) İbn Kayyım el-Cevziyye, Ed-dâu ve’d-devâ
7) Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-i Sitte, s. 243.
8) Mektubat, Yirmi İkinci Mektup, s. 310.
9) Şualar, s. 489.
10) Buhari, Vûdu: 58.
11) Mektubat, s. 265.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*