“Hoşça bak zatına ki zübde-i âlemsin sen” diyen Şeyh Galip sözünün dinleneceğini ve daha da önemlisi bu sözle amel etmenin çok fazla abartılacağını muhtemelen düşünmemiştir. Günümüz insanı, kendi zatına o kadar hoşça bakmaya başladı ki, neredeyse kendisi dışında hiçbir şeyi görmüyor artık.
Şeyh Galip’in yaşadığı dönemlerde başlayan Sanayi İnkılâbı ile birlikte büyük makineler üretimde kullanılmaya başladı. Fabrikalarda seri üretim için buharlı ve güçlü makineler kullanımı çalışanların çok nitelikli olması gerekliliğini kısmen ortadan kaldırdı. Bu durum, işverenlerin hırsları ile birleşince işçileri günde 20 saat çalıştırmaya başladılar. Kadın-çocuk dinlemeden, cüz’î ücretler karşılığında ve dinlenmeye fırsat vermeden, nem, havalandırma, ısıtma-soğutma açısından kötü ortamlarda, temizlik ve sağlık şartlarına çok da dikkat edilmeden, köle gibi insan çalıştırılabiliyordu, çünkü kişilerin önemi yoktu ve sistem devam etmeliydi. Parası ve gücü olanların sözü geçtiğinden, sıradan insanlara “Senin fikrinin ne ehemmiyeti var vasat herif?” deniyordu. “Horgörü” zirveye çıkmıştı yani…
Genel olarak empati duygusunun yokluğu hoşgörüsüzlüğü meydana getirir. Güce dayanan ve odak noktası menfaat olan sistemlerde empati ve hoşgörü olmaz. “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne” ve “Sen çalış, ben yiyeyim” cümleleri maalesef toplumsal katmanlar arasındaki düşmanlık duygularını besler ve hoşgörüyü öldürür. Gücün doğasında tahakküm vardır, başkalarını yutarak beslenir. Menfaat de, en yüksek seviyeye çıkmak için yapılan her şeyi meşru gösterir. Güç rekabeti ve menfaati paylaşamama sonucu tarihte pek çok savaşlar çıkmıştır.
Eskiden, toplumlar büyük bir insan gibi davranırdı. Toplumu oluşturan farklı kesimler, vücudun farklı azaları gibi, kendilerine biçilmiş olan toplumsal rollerini yerine getirirdi. Kesimler arası geçişkenlik çok azdı. Herkes kendi rolünü kabullenmiş görünüyordu. Soylu değilseniz, soylu olabilmek için elinize uygun fırsatların geçmesi ve insanüstü bir çaba göstermeniz gerekebilirdi. Soylu birinin köle veya esir olması, savaşta ülkenin büyük bir yenilgi alması veya kralın hiddetini celb edecek bir kusur işlemesiyle mümkündü. İnsanlar, başka ülke-şehirlerdeki hayatları veya kendi gibi olmayan sınıflardan insanların yaşayış tarzları hakkında ayrıntılı bilgilere sahip değildi. Göz görmeyince gönüller farklılıkları hissetmiyordu ve hoşgörü göstermek daha kolaydı.
Günümüzde ise, iletişim ve ulaşım imkânlarının artışıyla birlikte, insanlar başka şehirlerde veya başka ülkelerde yaşayanların hayat tarzlarını kolayca takip edebilir oldu. Farklı sosyo-ekonomik sınıflarda olan insanların nasıl giyindikleri, neler yiyip içtikleri, hangi ortamlara takıldıkları artık anlık olarak takip edilebiliyor. Elit sınıflardan aşağıya doğru akan küçümseme ve kibir dalgası, avamdan yukarıya doğru haset ve düşmanlık duygularını körüklüyor. Haliyle, hoşgörüsüzlük de bu durumda etrafa yayılıyor.
Eskiye oranla fırsat eşitsizliği ciddi manada azaldı, en azından bilgiye ulaşma noktasında isteyen ve aynı çabayı gösteren herkes aynı bilgiye erişebilir oldu. Bugünün her bir insan ferdi, sahip olduğu bilgi ve kullanabildiği teknik imkânlar açısından eski zamanların birer ülkesi gibi oldu desek yanlış olmaz herhalde. Ortalama bir gelir sahibi vatandaş, ortaçağ imparatorlarından daha iyi şartlarda beslenebiliyor, konfor, hijyen ve sağlık imkânları kıyas bile kabul etmez. Bu da zihinlerin “ene”lere yoğunlaşmasına yardımcı oldu. Eskiden “Enel Hakk” diyen yanlış anlaşılmış ve idam edilmişti, bugün “enelpi” (NLP) diyenler, “Şöyle aslansınız, böyle kralsınız… Yeter ki isteyin, her şeyi yapabilirsiniz. Âlemi değiştirecek güç içinizde” sözleriyle benlikleri şişirenler ise yüceltiliyor.
“… büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enâniyetini o havuz içine atıp eritme” fikri nefislere zor geliyor. Bu benzetme manidardır, çünkü su donunca, kütlesi aynı kaldığı halde hacmi artar ve gerçekte olduğundan büyük bir yer kaplamaya başlar. Kendini olduğundan büyük görmesinin sırrı burada olmalı. Bu geçici şişkinlik buzun su üzerinde yüzmesini sağlar ki, bu da buza üstten bakma ayrıcalığı verir.
Teknolojik trendler mi insanları değiştirir, insanların davranışı mı teknolojiye yön verir konusu tartışmalı. Öyle veya böyle, ortada birbirini besleyen ve tetikleyen bir çevrim var gibi görünüyor. Her durumda bir düşünce ötekinin hem sebebi ve hem de sonucu. Sosyal medya, internet araçları ve mobil cihazlar, “egosantrik” (her şeyi kendine dayandırmak, kendine bağlamak, kendine indirgemek, her şeyde kendi görüş açısından hükümde bulunmak, her şeyde kendini esas almak ve kendi fikrini, mantığını ve duygusunu hareket noktası, örnek, ölçü ve merkez almak eğilimi) bakış açısının neşv ü nema bulması için elverişli ortamlar. Kendini evrenin merkezinde gören, ahvâl-i âlem hakkındaki fikirlerini bütün cihana bir deklarasyonla duyuran, yeri geldiğinde sağa sola haddini bildiren, resimlerini, hislerini çevresindeki diğer insanların beğenisine sunan ve beğeni/onay aldıkça kabaran nefisler için nefis araçlar…
Dünyayı evimize, hatta cebimizdeki cihazların içine getiren araçlar, aynı evde ve aynı odada yaşayan insanların birbirinden çok farklı dünyalarda yaşamasına sebebiyet verebiliyor. İlgilenmediği veya hoşlanmadığı kanal/kişileri engelleme özelliği, farklı düşüncelere ve görüşlere tahammül etme zahmetini ortadan kaldırıyor. Bir yankı odasında sadece kendi gibi olanlarla hemhâl olanlar gerçek dünyadan kopuyor. Önyargılara dayalı düşünen, sabırsız ve kimseye güvenmeyen insanların hoşgörüde bulunması da zor olur tabiî…
İnteraktif ortamlarda herkes kendine bir yankı odası oluşturmuyor veya kendisini böyle odalara hapsetmiyor. Online platformlarda görünme işinden para kazananlar da var, şöhret duygusunun tatmini için bir araç olarak kullananlar da. Etkileşim almak, sürekli gündemde kalmak ve daha geniş takipçi/izleyici kitlesine ulaşmak için akla hayale gelmedik şaklabanlıkları yapanlar birer “fenomen” olmak istiyor. Zübde-i âlem iken, züppe-i âleme dönüşüm gerçekleşmiş oluyor…
İlk yorumu siz yazın