Bu yazıda Rumûzât-ı Semâniye adlı, 29. Mektub’un Sekizinci Kısım’ına dikkatleri çekeceğiz. Şimdi elinize bir Mektubat alıp 29. Mektub’u açsanız Sekizinci Kısım’da şu not ile karşılaşırsınız:
“Sekiz Remizdir, yani sekiz küçük risaledir. Şu remizlerin esası, ilm-i cifrin mühim bir düsturu ve ulûm-u hafiyenin mühim bir anahtarı ve bir kısım esrar-ı gaybiye-i Kur’âniyenin mühim bir miftahı olan tevafuktur. İleride başka bir mecmuada neşredileceğinden buraya derc edilmedi.”
Evet, bahsi geçtiği üzere “başka bir mecmuada neşredilecek” olduğu için Mektubat’ı açtığınızda Sekizinci Kısmı bulmak şimdilik mümkün değil. Fakat bazı yayınevleri ayrı bir mecmua şeklinde Rumûzât-ı Semâniye’yi neşretmişler. Dileyenler Hüsnü Bayram ağabeyin Osmanlıca el yazısıyla yazdığı risalenin tıpkı basımını okuyabileceği gibi, dileyenler Envâr Neşriyat’tan çıkan Latin alfabeli halini de okuyabilir.
Ben bu risaleyle ilk olarak arkadaşımın kütüphanesinde karşılaştım. Her gidip geldiğimde, hızlıca bir göz attıkça risaleye karşı iştiyakım artar olmuştu. Bir de yanılmıyorsam ağabeylerin mektuplarında bu risaleye karşı yazılan övgülere rastlamış olmalıydım ki, artık bu risaleyi elde edip okumak bir zaruret halini almıştı. Elhamdülillah, 1 Aralık 2021 günü Koca Sinan Paşa Medresesi’nden Hüsnü Bayram abi hattıyla yazılı nüshayı almak nasip oldu. Kitabı bitirmem ise 5 Mayıs 2022’ye denk gelmiş. Okurken her yerini anlamadıysam bile, risalelerde geçtiği üzere “huruf-u Kur’âniye ne kadar muntazam ve esrarlı ve manalı olduğunu”1 ve “…Kur’ân’ın umum hurufâtı kudsî ve ayrı ayrı mütenevvi binler İlâhî şifreler olduğunu”2 hissettim.
Rumûzât-ı Semâniye hakikaten garip bir risale. Kur’ân’ın harf ve kelime sayılarının hesaplandığı, Kur’ân’da geçen “Kur’ân” ve “resul” kelimelerinin hangi ayet ve sayfalarda geçtiğinin cetvellerinin tutulduğu, bunların nasıl bir mucize olduğunu ifade eden bir risale. Bu risalenin en başında şöyle çok güzel bir sual var:
“Sual: En mühim hakaik-i Kur’âniye ve imaniye ile meşgul olduğun halde, neden onu muvakkaten bırakıp en ziyade manadan uzak olan huruf-u hecaiyenin adetlerinden, tevafuklarından bahsediyorsun?
Elcevap: Çünkü bu meş’um zamanda Kur’ân’ın bir temel taşı olan hurufuna hücum ediliyor ve onların tebdiline çalışıyorlar.”
Müthiş bir cevap. Kur’ân’ın temel taşı olan harflerine hücum edildiği bir zamanda Bediüzzaman, Allah’ın inayetiyle her bir harfin bir mucize olduğu ispat etmiş. Evet, her bir harfin…
İşte bu risaleden iki güzel parça paylaşıyorum:
“Lafza-i celal Kur’ân-ı Mucizülbeyan’da iki bin sekiz yüz altı (2806) defa zikredilerek tekrar edilmiş. Lafz-ı Rab dahi yedi yüz küsur tekrar edilmiş.
Evvela: Usûl-i şeriattandır ki; Kur’ân kelimâtı ve harfleri Kur’ân’dan olmak cihetiyle her birinin on sevaptan tut tâ binler sevaba kadar uhrevî meyveler verir. Gafletle okunsa dahi sevap verir. Fakat sâir zikir ve tesbihler hurûfâtının husûsî sevapları Kur’ân’ın hurûfâtına benzemiyor, gafletle okunsa çokların nazarında semere vermiyor. İşte bu kaide-i şer’iyyeye binâen iki bin sekiz yüz (2800) defa Allah, Allah, Allah; Kur’ân kelimâtı olmak cihetiyle söyleyen ve zikreden insan ne kadar feyizli sevaba mazhar olacağı kıyas edilsin. Evet insan bir vird alsa Kur’ân’dan almalı, bir zikir etse Kur’ân’dan tayin ettiği aded ile ders almalı. Mesela ‘Subhanallah’ dediği vakit Kur’ân’ın kelamı olarak dese hem sevab-ı Kur’ânî hem fazilet-i zikriyye alır. ‘La ilahe illallah’ Kur’ân’ın ayeti cihetiyle dese hem kıraattir, hem zikirdir. Gaflet gelse zarar vermez. O niyet olmazsa zarar vardır.”3
Ne anladık? “Subhanallah” ve “La ilahe illallah” gibi kelimeleri Kur’ân’ın ayeti olmaları noktasında söylemek; hem 2800 defa “Allah” kelimesini, Kur’ân’ın bir kelimesi olduğunu düşünerek söylemek, çok feyizli sevaplara medar imiş.
Bir de şöyle güzel bir dua var, onunla bitirelim inşaallah:
اَللّهُمَّ بِحُرْمَةِ سَبْعَ الْمَثَانىِ اِجْعَلْ فَاتِحَةَ اَعْمَالِنَا مِفْتَاحَ الْفَاتِحَةِ يَعْنى بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ وَاجْعَلْ خَاتِمَةَ اُمُورِنَا فَاتِحَةَ الْفَاتِحَةِ اَعْنى
اَلْحَمْدُ لِلّهِ رَبّ الْعَالَمِين وَ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى خَاتَمِ الاَنْبِيَاءِ وَ فَاتِحَتِهِم وَ عَلَى آلِهِ وَ اَصْحَابِهِ الَّذِينَ هُمْ اَصْحَابُ الْفُتُوحَاتِ الْمَادِّيَّةِ وَالْمَعْنوِيَّةِ
رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا بِسِرِّ سُورَةِالْفَاتِحَة
Nâkıs bir meâli:
“Allah’ım! Seb‘a’l-mesânî4 hürmetine işlerimin başlangıcını Fatiha’nın miftahı yani Bismillahirrahmanirrahim kıl. Ve amellerimin hâtimesini Fatiha’nın fatihası yani Elhamdülillahi rabbi’l-âlemin kıl. Ve enbiyanın hâtimesi ve fatihası olan zâta5; onun maddî ve manevî fütuhat ashabı olan âl ve ashabına salât ve selâm eyle. Ey Rabbimiz, Fatiha Suresi sırrı için duamızı kabul buyur. Amin!”
Hayret verici güzellikte bir dua bence. Öncelikle Fatiha’nın miftahı ve Fatiha’nın fatihası tabirleri çok hoş. Fatiha’nın miftahı, yani anahtarı besmele; Fatiha’nın fatihası, yani başlangıcı ise elhamdülillah kelimesi ya. Bundan yola çıkarak her hayırlı işin başında okunacak güzel bir dua etmiş Üstad:
“İşlerimin başlangıcını Fatiha anahtarıyla (yani besmele ile) aç, işlerimin hatimesini Fatiha’nın fatihası (yani elhamdülillah) ile mühürle!”
Yani işlerimin neticesini hamd edilecek şekilde hayırlı kıl diye de düşünülebilir belki…
İlk yorumu siz yazın