Bir yaz gecesi rüyası

Çok şükür yaz geldi. Tüm meyveleriyle, sıcağıyla, böceğiyle, klimasız evlerde baygınlık geçirilen saatlerle beraber geldi; hoş geldi! Ben bu yazıyı yazmaya çalışırken dışarıda bir ağustos böceği durmaksızın şarkı söylüyor, gün uzadıkça uzuyor. Şehirde kalan çocuklar öğlen dışarı çıkamıyorlar, çıkınca da yatsıdan önce eve girmiyorlar. Bu coğrafyada yazla ilgili her kavram “tatil” diye fısıldıyor sanki. Hava çok sıcakken düşünmek zorlaşıyor, sıcaklık ve nem dayanılmaz değilse insana tatlı bir rehavet çöküyor. Şahsen kendimi serin sulara atıp, çıkınca bir gölgede karpuz gibi yatmak istiyorum. Tam kendimi o tembellikten bu tembelliğe atmak istiyorken, o da ne, tüm bu tembellik pazarının ortasında tarlalara gümbür gümbür iş mevsimi geliyor. Ne tevafuk yahu diyorum, insanlar ağustos böcekleriyle karıncalar gibi ama bizim hikâyede karınca kışın da ağustos böceğinden iyi durumda değil. Tam tersi, boynunu büküp ağustos böceği için satış yapıyor. 10 güne kalmaz fındık başlar, sabah yedide kalkıp bahçeye gidilecek, akşam altıya kadar iş yapılacak. Az bir para kazanılacak ama olsun, dünya Nutella’sız kalacağına…

Orta Anadolu’da, Güneydoğu’da, deprem bölgesinde, her yerde hasat başlayacak. Ülkenin bir tarafındaki oteller hizmet edilen insanlarla doluyken, diğer taraflarına amansız çalışan işçiler doluşacak. Seyirlik bir manzara. Son birkaç yıldır tatil konseptinin birileri tarafından kasten saygısızlaştırıldığını düşünmeye başladım. Sanki tatilin zamanı ve formatı bilerek insanlar arasındaki uçurumu artırıyor, ekmek için çalışmaya muhtaç olmak onurlu olmaktan çıkıp efendilere hizmete dönüştürülüyor. Üstüne üstlük fakir olmak da insanın suçu, “Demek ki yeterince çalışmıyor” mesajı her yerde. Sabah beşte kalkıp spora giden 21 yaşında CEO’lara bakıp diyorum ki, “Senin sabah beşte kalkıp tarlaya çalışmaya giden çocuktan ne üstünlüğün var? Güya ikiniz de çok çalışıyorsunuz, ama o ölene kadar işçi, sen 21 yaşında patronsun.” Demek ki insanlar maişetçe farklı yaratılmış.

Çoğumuz yazlık tarım işçisi kadar çalışmadığımız halde onlardan çok daha rahat yaşıyoruz. Bu aklıma geldikçe tatili boş geçirmeye olan isteğim kırılıyor, kendimde bu hakkı göremiyorum. İnsanların karpuz toplamak için sıcağın altında durmadan çalıştığı günlerde karpuz gibi yatıp yuvarlanamayacağım. “Yüz aç adamın huzurunda kemal-i afiyetle fazla yiyebilir miyim? Fırsat varsa arada denize girmek, serinlemek tabii ki güzel, işçi de fırsat bulursa suya girer, ama faizin ve zekâtsızlığın oluşturduğu gelir uçurumunu görmezden gelerek yaşamak bana yakışmıyor” gibi mülahazaların içindeyken, derginin kapak konusu da tatilken, “Benim tatilimi nasıl geçirmem lazım?” diye taharriye başladım. Ben bu “kapital tezgâhları”nın adamı olamam. CEO da değilim, işçi de. Diyelim memursam ya da öğrenciysem ya da köyüm yoksa yazın ne yapmalı? Gördüm ki iş çok.

Aslında yaz tatili, kışın mesai saatlerinde düşünmeye ve uğraşmaya fırsat bulamadığımız başka meselelere dalmak için müthiş bir fırsat sunuyor. Düşünelim, çoğumuz Kur’ân okumayı, namaz surelerini, dinî meseleleri okulun olmadığı yaz aylarında öğrendik. Yaz tatilinde okuma programlarına katıldık, ancak okul tatilken başka şehirlerdeki güzellikleri görüp tefekkür edebildik. Demek henüz fıtrî iken tatil bizim için farklılık demekti. Rutin yaptığımız işlerin dışında başka faaliyetler yapmak, ama hareketi hiç durdurmamak. Bir iş bitince başka bir işe başlamak, lüks ya da boşluk değil… Çocukken apartmanın önünde akşama kadar oyun oynamak, hortumla birbirimizi ıslatmak bize tatil için yetiyordu. Şimdiyse yazı kışla aynı yerde geçirirsek kendimizi görmemiş sayıyoruz. Yaşadığımız hayatı bize eksik gösteren medya, ne yapsak daha fazlasını, daha pahalısını, daha rahatını empoze eden akımlar, tatil ve dinlenme algımızı da bozuyor. Halbuki Resulullah da (asm) tatil için başka şehirlere gitmemişti, hatta o hayatı boyunca gezmek ve eğlenmek için bir yere gitmedi ama bu onun görüp geçirmişliğinde bir eksiklik oluşturmadı.

Bizim yapamadıklarımız yüzünden hissettiğimiz boşluk, belki Karayipler’e de gitsek geçmeyecek türden bir şeylerin boşluğu olabilir mi? Üstada sürgün gittiği Barla’nın dağlarını bütün güzel yerlerden çok sevdiren neydiyse ondan mahrumuz belki. Farklı bir yere gidemesek de serin bir su içtiğimizde suyun tatlılığına hamd ettirecek olan şeyden eksiğiz. Tatil zamanı bu tür eksikliklerimiz üzerinde çalışmak için bir fırsat olabilir. Hem müjdemizi almışız:

“Aziz kardeşlerim, bahar ve yazın meşgaleleri, hem gecelerin kısalması, hem şuhûr-u selâsenin gitmesi ve ekser kardeşlerimin bir derece hisse alması ve daha sair bazı esbabın bulunması, elbette bir derece neş’eli kış dersine fütur verir. Fakat onlardan gelen fütur size fütur vermesin. Çünkü o dersler, ulûm-u imaniyeden olduğu için, bir insan yalnız kendi nefsine dinlettirse yeter. Bâhusus, siz daima bir-iki hakikî kardeşi de bulursunuz. Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenab-ı Hakkın zîşuur çok mahlûkatı vardır ki, hakaik-ı imaniyenin istimâından çok zevk alırlar. Sizin o kısım arkadaşınız ve müstemileriniz çoktur.”

Bizim bahardan güze rıhlet-i sayfiyyemiz aşâiri dolaşıp hürriyeti anlatmak kadar büyük olmasa da kendimize ve çocuklara hürriyeti okumak olabilir belki.

Kendimizi dinlemeye ve anlamaya vakit bulabilmek temennisiyle…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*