Sihirli çocuk

Akrabalarla buluşmalarda, uzun sohbetler arasında konular aile bireylerinin çocukluk dönemlerine, o dönemlerin yaramazlıklarına geliverir çoğu zaman. Yine bir bayram vesilesi ile akrabalarımla otururken aile bireylerinin tek tek coşkulu çocukluk anıları konuşulmaya başlandı. “Sen küçükken şöyle yaramazdın, böyle hareketliydin, hiç durmazdın” gibi büyüklerin küçüklerle ilgili anıları konuşuluyordu.

İçten içe konunun bir an evvel bana gelmesini bekliyordum, duymadığım bilmediğim neler yapmıştım acaba çocukken, “Benim de şöyle bir anım var” diye anlatabileceğim ne yaramazlıklar yapmıştım kim bilir. Tüm kuzenlerimin çocukluk anıları konuşulduktan sonra uzun bir bekleyiş sonrası nihayet sıra bana gelmişti. Ancak bir anda ortam kısa bir süreliğine sessizleşmişti. Sonra da bir iki kişinin cılız bir ses tonu ile “Sen çok akıllı ve sessiz bir kızdın, hiç yaramazlık yapmazdın, kimsenin sözünden çıkmazdın, çok olgun bir çocuktun” dediklerini duydum. İstediği hiçbir şeyi duyamamış olan ben yaşadığım küçük çaplı hayal kırıklığımı gizlemeye çalışırken konu değişmişti bile.

Bir çocuk nasıl hiç yaramazlık yapmazdı ya, nasıl söylenilen bir şeye hiç karşı çıkmazdı yani bu gerçekten akıllı bir çocuk olduğumu mu gösteriyordu, ya da bu normal miydi? Olgun olmak istediğimi nereden çıkarmışlardı, çocuk yaştaki olgunluk gerçek bir olgunluk olabilir miydi, sessiz, akıllı bir çocuk olmak bana ne kazandırmıştı ki? Çocukluk çağı çocuk fıtratıyla güzeldi, heyecan ve merakıyla koşuşturup nefes nefese edindikleriyle çocukluk çocukluktu.

Üzerinden uzun yıllar geçen bu küçük kesit ve kesitin bende bıraktığı soru işaretlerine uzunca bir dönem bilinçli bir okuma yapmasam da gözlem yaparak açıklamalar getirmeye çalışmıştım. Ancak özellikle son birkaç yıldır kendi çocukluğumdan yola çıktığım genel anlamda çocuk ve çocuğa dair her şey bayağı bir ilgimi çeker oldu.

Pedogoji ilmi çoğu zaman çocuk sahibi olan ya da olacak olan kişilerin bir ilgi alanıymış gibi algılanıyor. Oysa ben kendi çocukluğunu çözümlememiş birinin başta kendine, çocukla nimetlendirilince çocuğuna ve hatta insanlığa karşı potansiyelini yeterince açığa çıkaramayacağını düşünüyorum.

Son zamanlarda okuduğum ve çocuk üzerine farklı bir bakış açısı geliştirmeme sebep olan Sihirli Çocuk kitabı, özellikle bebeklik ve çocukluğun her döneminin zihinsel ve psikolojik açıdan belli dönüm noktalarının olduğunu ve bu dönüm noktalarında neyin normal neyin anormal olduğunu anlatarak çocuğa karşı olan farkındalığımızı artırıyor. Toplumun çocuğu nazara almayan tek taraflı ve yetişkin odaklı bakışı çocuğu duygusal olarak örseliyor ve yazarın tabiriyle zihinsel gelişimine ket vuruyor. “Çocuktur anlamaz” anlayışının tam zıddı bir iddia ile “Çocuktur senden çok daha iyi hisseder” anlayışını kitabın sonunda en derinlerimize kadar hissettiriyor yazar. En derinlerimize demişken belki de oralarda bir yerlerde yıllardır sessiz kalmış çocukluğumuza sesleniyordur.

Çocuk doğduğu andan itibaren sonsuz bilinmezliklerin içine doğar. Tüm bu bilinmezlikler ile, bilinenle kurabildiği bağ vasıtası ile baş edebilir. Bilinenden bilinmeyene doğru sürekli bir akış söz konusudur. Yani çocuğun tüm öğrenme süreci bilinenden yola çıkıp bilinmeyenle arasında benzerlikler kurarak gerçekleşir. Bilinen kavramı her aşamada ilk olarak “anne”dir. Hamilelik sürecinden itibaren bebeğin alışık olduğu tek ses, dokunuş, tat, yüz anneye aittir. Bebek sadece fiziksel değil tüm duyularıyla annenin varlığını maddî manevî duyumsamaktadır. İlk tanıdığı yüz anne olan bebek yabancıların yani bilinmeyenin simasına annenin yüzüne benzer noktaları vasıtasıyla alışabilir. Yani anne bebeğin ilk matrisidir, bebeğin bir süre dünyası yalnızca annesidir. Bu matris ile kurulan doğru ve güçlü bir bağ ile çocuk ileriki yaşamında diğer matrislere adım atabilir. Eğer anne matrisi ile sağlam bir bağ kurulamazsa buradan sonra geçiş yapacağı dünya matrisi ve sonrasında en son olması gereken kendi kendinin matrisi olma özelliğini kazanamayacaktır.

Bilinenin sağlamlığı derecesinde bilinmeyene adım atma cesareti bulur çocuk. Eğer bu sağlamlığı bulamazsa çocuk tüm yaşamı boyunca bilinmeyeni keşfetmekten ziyade -kendi fark etmese de- bu yarım kalmış matrisin eksikliklerini gidermeye çalışacaktır.

Bu konuda Ugandalı bebekler örneği bayağı ilgi çeker. Geber, Afrika’ya yetersiz beslenmenin çocuk zekâsı üzerindeki etkisini araştırmak için gitmişti. Ancak gördüğü manzara araştırmalarını tamamen farklı bir boyuta taşımıştı. Ugandalı yenidoğan bebeklerin zekâ ve işlevsel becerileri Avrupalı ve Amerikalı bebeklerinkine kıyasla çok daha kısa sürelerde hızlı bir gelişim göstermekteydi. Ugandalı bebekler 48 saat içerisinde önkollarından destekle dimdik oturabilen, kafasını kusursuz bir dengede, gözlerini tam odak halinde tutabilen bebeklerdi. Bu bebekler 6-7 haftalık iken kusursuzca emeklemekte, aynanın karşısında uzun uzun kendilerini izleyebilmekteydi, aynı teste tâbi tutulan Avrupalı bebek bu yetilere ancak 6 aya yakın sürelerde erişebilmekteydi.

Ugandalı bebeklerin bu durumunu anneleri ile ilişkileri açıklamaktadır. Ugandalı anneler bebeklerinin fıtrî doğumlarına hiçbir müdahalede bulunmadan doğumlarını gerçekleştirmektedir. Doğumdan kısa bir süre sonra normal yaşamına dönen anne ile bebeğinin teması hiç kopmadan günlük işleri sırasında bebeğini boynundaki askıda taşıyarak bebeğin bedenini temas yolu ile sürekli uyarmaktadır. Bu uzun süreli derin bağ ile anneler bebeklerinin tuvalet ihtiyaçlarını hissedebilmekte ve bebeğin ihtiyacını altına bez benzeri hiçbir şey kullanmadan giderebilmektedir. Ugandalı bebek genelde uyanık ve dikkatlidir, uyuyacağı zaman belli koşullar, sessizlik aramaz. Annenin hareketliliği arasında ne zaman isterse o zaman uyur. Hareket hali bebek için doğal bir haldir aslında çünkü alışık olduğu anne karnı ne çok sessiz ne de kıpırtısızdır.

Kitabı okudukça birçok sistemimizin temellerinde de sıkıntıların olduğunu görüyoruz. Yaşamın en özel ve mahrem anları olan doğum olayını nasıl sıradan bir prosedür haline getirdiğimizi ve bebeğin duyularının en açık ve annesine en muhtaç olduğu dakikaları nasıl korku ve travmalarla geçirdiğini yazan yazar, yalnızca duyarlı bir birey değil aynı zamanda bilen bir insan olarak bilimsel açıklamalarıyla bu önemli dakikaların modern zamanların doğumhanelerinde tahrip edilişini gözler önüne sermiştir. Bu konuda özellikle doğum pozisyonu ile ilgili ifade ettikleri bayağı ilgimi çekti. Supin pozisyonu dediğimiz, 14. Louis zamanında başlayıp bu güne kadar süren, doğum pozisyonu, vücuttaki tüm kas ve kemiklerin doğum için kesinlikle uygun olmayan bir pozisyona geçmesine sebep olmakta ve çocuğun rahimden çıkışını bayağı bir zorlaştırmaktadır. Supin’in sözcük anlamı aciz ve yetersizdir. Bu gibi ve daha birçok sıradanlaşmış rutinlerin çok da anne ve çocuk dostu olmadığını anlıyoruz.

Kitabın sayfalarında ilerledikçe bu kadar hassas bir canlıya karşı üzerimize düşen sorumlulukların artışı beni biraz tedirgin etti açıkçası ve bu durum yazarı da tedirgin etmiş olmalı ki araştırmalarını yaptığı zamanlarda 5 çocuk babası olan Joseph Chilton Pearce kendisinin bir süre depresyona girdiğini ifade ediyor. Ancak kitap ilerledikçe neden bizim de bebeğe karşı suçluluk duymamamız gerektiği ve aslında bizi strese sokan şeyin çocuk değil, kendi yetişkin ve kurallar ile dolu yaşamımızı, çocuğun özgür ve cesur dünyasına yerleştirme çabamız olduğunu anlıyoruz. Her ne kadar yazar “doğa” diye isimlendirse de biz Yaratıcının çocuk üzerinde kurduğu mükemmel sistemi kendi menfaat ve rahatımız için kurduğumuz düzenle değiştirip, adapte etmeye çalışmazsak zaten mükemmel yaratılıştaki fıtratın saati kusursuzca işleyeceğini biliyoruz.

Tüm bu öğrendiklerimizden bağımsız bir şekilde, yazarın çoğu yerde kendisinin de hayretini gizleyemediği, mucizevî olarak nitelendirdiği noktaları açıklarken bu kudreti, doğaya ya da kendi kendine bir oluşuma atfetmiş olması, bizim bu kudreti yaratıcı bağlantılı düşünmemize ve bu mucizevî düzenin yaratıcısına olan imanımızın artmasına mâni değildir.

Kitapta geçen, “Vücudumuzdaki her bir hücrenin şaşırtıcı karmaşıklığa sahip bir zekâsı vardır. Ve bu sayede zeki hareketler gerçekleştirirler.” gibi cümleler, Üstad Bediüzzaman’ın, “Herbir zerre, eğer memur-u İlâhî olmazsa ve Onun izni ve tasarrufuyla hareket etmezse ve ilim ve kudretiyle tahavvül etmezse, o vakit herbir zerrenin nihayetsiz bir ilmi, hadsiz bir kudreti, her şeyi görür bir gözü, her şeye bakar bir yüzü, her şeye geçer bir sözü bulunmak lâzım gelir. Çünkü, anâsırın herbir zerresi, herbir cism-i zîhayatta muntazaman işler veya işleyebilir. Eşyanın intizamatı ve kavânin-i teşekkülâtı birbirine muhaliftir. Onların nizamatı bilinmezse işlenilmez, işlenilse de yanlışsız yapılmaz. Halbuki yanlışsız yapılıyor. Öyle ise, o hizmet eden zerreler, ya bir ilm-i muhit sahibinin izin ve emriyle ve ilim ve iradesiyle işliyorlar; veyahut kendilerinde öyle bir muhit ilim ve kudret bulunmak lâzım geliyor.”1

“İşte, Sofestâînin en eblehleri dahi böyle bir meslekten utanıyor.”2 cümlelerini tefekkür etmeye vesile olmuştur.

Sağlıcakla kalın…

Dipnotlar:
1) 30. Söz, İkinci Maksat Birinci Nokta, Birinci Mebhas.
2) Yirmi Üçüncü Lem’a.

Altını çizdiklerim

Anne, bebeğin herhangi bir anda geri çekilip korunacağı ve besleneceği güvenli bölge olma özelliğini ne kadar sarsılmaz biçimde taşırsa, bebek de araştırma ve keşfetme sürecini o kadar eksiksiz ve başarılı biçimde tamamlar.

Ağladığı zaman çevreden bir yanıt alabilen bebekler kendilerini hiçbir zaman çaresiz hissetmiyorlar. Otizm araştırmaları ise otizmli çocuğun, bebekliğinde hiç ağlamadığını veya hızla ağlamamayı öğrendiğine dikkat çekiyor. Ve en son çare olarak başvurulan bu iletişim biçimine (ağlamak) de ebeveyn ya da bakım veren tarafından herhangi bir karşılık alamıyorsa bebek bu dünya üzerinde herhangi bir güce sahip olmadığını öğreniyor ve apati geliştiriyor.

Babanın, anne matrisinden dünya matrisine kayarkenki geçiş figürü olma niteliği de (özellikle iki yaştan sonra) son derece önemlidir.

Kesin sınırlar bağı güçlendirir ve keşfe açık yerlerin nereler olduğunu netleştirir.

Çocuğun tüm günü bir şeyler yaparak geçer, çünkü çocuk ancak yaparak düşünebilir.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*