Tatil, Arapça ‘a-t-l’ (عطل) kökünden gelen bir kelime. Lisanımızda tembellik anlamında kullandığımız “atalet” de veyahut işsiz ve boş kalmak manasında istimal edilen “âtıl kalmak, muattal olmak” kelimeleri de aynı kökten.
Bir Osmanlıca lugatte tatil kelimesine şu üç anlam verilmiş:
“1. Faaliyetine ara verme, durdurma.
2. Kanuna göre çalışmaya ara verilen süre.
3. Dinlenmek ve eğlenmek maksadıyla çalışılmadan geçirilen süre.”1
Aynı kelime Arabî lugatte ise, biraz daha geniş manalar kazanıyor:
“تعطيل: durdurma, engelleme, paydos, tatil, kesintiye uğratma, aksatma, stopaj, Allah’ın sıfatlarını inkâr etme…”2
Görüldüğü gibi itikadî bir konuda dahi kullanılan bir kelime tatil.
“Allah’ın sıfatlarını inkâr etme” anlamındaki bu sonuncusunun Risale-i Nur’da da kullanımını hatırlıyoruz:
“…şu haldeki ene’nin rengi, şirk ve ta’tildir, Allah’ı inkârdır.”3
“Enâniyetten neş’et eden şirk-i hafî katılaştığı zaman esbab şirkine inkılâp eder. Bu da devam ederse küfre tahavvül eder. Bu dahi devam ederse, ta’tile, yani hâlıksızlığa incirar eder. El-iyâzü billâh!”4
“Ve keza, itikadda da ta’til ifrattır, teşbih tefrittir, tevhid vasattır.”5
Bu satırlardan da anlıyoruz ki, itikadda ta’til, Yaratıcıyı inkâr etmek ve Onu tamamen yok saymak, yokluğuna hükmetmektir.
* * *
Bu lugat bilgilerinden sonra, yaygın olarak bildiğimiz ve kullandığımız manadaki “tatil” üzerinde bazı düşüncelerimizi beyan edelim.
En yaygın ve bilinen anlamıyla “işlere ara verip dinlenme faaliyetine geçmek” olarak ifade edebileceğimiz “tatil”le ilgili elbette kişilerin farklı anlayış ve yaklaşımları vardır ve olacaktır.
Tatil, kimilerine göre ‘tatil merkezleri’ne gidip imkânlar ölçüsünde güzel vakit geçirmek, kimilerine göre hem sıla-i rahim hem de dinlenme maksadıyla memleket havası solumak, belki kimilerine göre bir süre yalnız kalıp “kafayı dinlemek”, kimilerine göre yeni yerler keşfetmek amacıyla yollara düşmek, kimilerine göre gezi-gözlem-tefekkür maksatlı seyahate çıkmak vs. olabilir.
Aslında hepsinin de ortak noktası, uzun süre devam eden meşgalelere bir müddet ara verip başka şeylerle meşgul olarak, sâir zamanlarda yapmaya fırsat bulunamayan faaliyetleri yapmak, böylelikle ‘dinlenme’yi de gerçekleştirmek.
Buradaki mühim nokta, tatilin insan fıtratına aykırı olmayacak tarzda şekillenmesi, meşru dairede keyfe kâfi gelecek zevk ve lezzetleri aşmaması, aslî vazifeleri “tatile uğratmaması” gibi hususlar olsa gerek.
Elbette tatilin, yani uzun süredir devam eden bazı yorucu meşgalelere bir süreliğine ara vermenin, fıtrî bir ihtiyaç olduğunu teslim etmek lâzım. Zira dinlenmeye, hem biyolojik anlamda hem de zihnî ve psikolojik olarak muhtaç olan varlıklarız. İnsan böylelikle kendisini yeniler, enerjisini tazeler ve çalışmak için yeni bir şevk elde eder. Bu, yapılan işin verimliliğini de arttırır. Aslında bu anlamda tatil; günlük, haftalık ve senelik periyotlarda ihtiyaç duyulan “çok önemli ve kaliteli bir zaman dilimi”dir de.
Mesela şu satırlara bir bakalım:
“Kaylûledir ki, bu uyku sünnet-i seniyyedir. Duhâ [kuşluk] vaktinden, öğleden biraz sonraya kadardır. Bu uyku, gece kıyamına sebebiyet verdiği için sünnet olmakla beraber, Ceziretü’l-Arabda [Arap Yarımadası], vaktü’z-zuhr [öğle vakti] denilen şiddet-i hararet [sıcağın şiddeti] zamanında bir tatil-i eşgal [işlere ara vermek], âdet-i kavmiye ve muhitiye [bölge insanının âdeti] olduğundan, o sünnet-i seniyyeyi daha ziyade kuvvetlendirmiştir. Bu uyku hem ömrü, hem rızkı tezyide [arttırmaya] medardır. Çünkü yarım saat kaylûle, iki saat gece uykusuna muadil gelir. Demek, ömrüne her gün bir buçuk saat ilâve ediyor. Rızık için çalışmak müddetine, yine bir buçuk saati, ölümün kardeşi olan uykunun elinden kurtarıp yaşatıyor ve çalışmak zamanına ilâve ediyor.”6
Burada “kaylule uykusu” anlatılırken, bu maksatla kısa bir ‘öğle tatili’ yapmanın aslında sünnet-i seniyye olduğu da ifade edilmiş oluyor. Sıcağın şiddetlendiği bir zamanda meşgalelere yarım saat de olsa ara vererek kaylule uykusuna yatmanın, “dinlenme, çalışma verimliliği ve bereket” açısından ehemmiyetine dikkat çekilmiş oluyor.
Bu misal; haftalık ve senelik tatillere de tatbik edilebilir elbette.
O halde fıtraten çalışmak isteyen ve daima çalışmaya meyyal olan insanın, fıtrî ve meşru dairede (sünnet-i seniyyeye muvafık bir şekilde) tatil yaparak dinlenmesinin de yine “fıtrî bir ihtiyaç” olduğunu ifade etmek gerekir.
Belki de tatili, -İnşirah Suresi’nin7 verdiği mesaj doğrultusunda- bir meşgaleden diğer bir meşgaleye, bir faaliyetten başka bir faaliyete geçmek şeklinde anlamak en doğrusu. Bu zâviyeden bakınca, meselâ işlerin arasında kayluleye geçmek hem bir tatil-i eşgal hem de sünnet-i seniyye olan başka bir faaliyet. Yine yıl boyu devam eden uzun bir çalışma maratonuna, gezi, seyahat, tefekkür, sıla-i rahim gibi başka mühim meşgalelerle ara vermek de ayrı bir faaliyet.
O halde, tatili, “bir faaliyete ara verip, hemen başka bir faaliyete geçmek” şeklinde anlamak da yerinde olacaktır.
Tatil anlayışının bu doğrultuda şekillenmesi, insanın beden ve ruh sağlığı açısından da büyük önem arz ediyor. Zira, insan fıtratı “boş/âtıl kalmaya” müsait değil aslında. “İşleyen demir ışıldar” atasözü, mana-yı muhalifiyle, atalette kalmanın zararına da işaret ediyor. “Hayat bir faaliyet ve hareket”8 çünkü. Var olan her şey, çalışma hâlinde. Durgunluk, durağanlık helâkete, mahvolmaya götürüyor. Bediüzzaman “Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuttan ziyade, şerr-i mahz olan ademe [yokluğa] yakındır ve ona gider.”9 ve “Fıtratı müteheyyic olan insanın rahatı, yalnız sa’y ve cidaldedir.”10 sözleriyle bunu ifade ediyor. “Rahat zahmette, zahmet rahattadır” darb-ı meseli de aynı hakikatin ifadesi.
Toplum olarak, umumiyetle tatil anlayışımızı sorguladığımızda ise, karşımıza çıkan tablonun pek de iç açıcı olmadığını görüyoruz maalesef. Meşru olmayan, yanlış tatil anlayışlarının fert ve toplumu getirdiği nokta belli. Maddî anlamda âdeta bütün seneyi, eğlence merkezlerinde geçireceği bir iki haftalık tatil için çalışan, sene boyu buna odaklanan ve tatil dönüşünde “zeval-i lezzetten gelen elemler” neticesi ruhî bunalımlarla yüzleşip, sonuç olarak dinlenmek yerine daha çok yorgunluk, tükenmişlik ve bitmişlik halleri gösteren insan manzaraları, söylemeye çalıştığımızı anlatmaya kâfi olsa gerek. Böylesi bir tatil anlayışı, elbetteki amacına da hizmet etmeyecek, çalışma verimliliğini düşürerek, üreten değil, daha ziyade tüketen ve tükettikçe de tükenen bir toplum meydana getirecektir.
Halbuki tatilden maksat, yukarıda da zikrettiğimiz gibi, mevcudun üzerine koymayı, artı değer inşâ etmeyi, meşru dairede eğlenip dinlenirken başka faydalı faaliyetlere devam etmeyi; kısacası, “çalışma”da olduğu gibi “tatil”de de yine “fıtratın icabını yerine getirmeyi” sağlayacak “kaliteli bir zaman dilimi yaşamak” olmalı.
Netice olarak diyebiliriz ki; maddî-manevî mutlu bir hayat ve verimli, sağlıklı, iyi bir çalışma için “doğru bir tatil anlayışı” da elzemdir. Bu da, İslamın ortaya koyduğu esaslar çerçevesinde, “insanlığımızı ve fıtratımızı ta’tile uğratmayacak” bir tatil anlayışından geçiyor vesselâm.
İlk yorumu siz yazın