Emanette emin olmak

Emanette emin olmak

Sual: Madem her şey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkiye tebdil edip ibka etmenin çaresi yok mu?

Elcevap: Elbette var…

Nefis ve malımız, ömrümüz, gençliğimiz, ailemiz, çok sevdiğimiz eşyalarımız… Listeyi sıralayıp uzatabiliriz.

Hakikat-i halde bize ait olmadıkları gibi emaneten bize tevdi edilen manalar bütün bu sıralanan gerçekler.

Emaneti iyi muhafaza etmek mü’minin aslî vazifelerindendir, aksi halde emanete ihanet edilmiş olacaktır.

İnsan başıboş bırakılan bir varlık değil, her ânı muhasebe altında olup her amelinden mutlak surette sual edilecek.

Namazlarımız da bize emanet, tıpkı canımız gibi.

“Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli onun namazıdır.” 1

Mü’min olma şerefiyle bizleri nasiplendiren Rabbimiz, Efendimiz vesilesiyle bizlere hakkı tavsiye ediyor.

Kâinatın en azam hakikatlerinin başında ise şüphesiz namaz geliyor.

Madem bu şerefe bizleri eriştirmiş, elbette bu manevî makamın azamî derecede farkında olup, şiddetle muhafazasına riayet etmek zorundayız. Aksi halde “emanete ihanet” muamelesini hak etmiş oluyoruz.

Namazlarımızın düzgün olmasına dikkat etmek, namaz surelerinin manalarını öğrenmek, huşu-u kalp ile eda edilmesine önem vermek gerekir. Emanet böylece “emin” bir hal alacaktır.

Nefis ve malımız da emanet

Nefsi rıza-i İlâhî yolunda yormak, çalıştırmak, terbiye etmek iktiza eder. Böylece nefsin şerrinden emin olup, mana-yı hakikî ile nefsi taşımız olacağız.

Rabb-i Rahîm bazısını mal-mülk zenginlik vererek imtihan eder, bazen de yoklukla imtihan eder.

“Her şey helâk olup gidicidir, Ona bakan yüzü müstesnâ.”2

Bu ayet ışığında anlıyoruz ki elimizde avucumuzda, banka hesaplarımızdaki meblağlar, kapımız önünde duran araçlarımız, ikamet ettiğimiz evlerimiz ve dahi kâinattaki her şey “devamsız”.

Ancak Rabbe bakan yüzleri bâkîdir.

Verilen her nimet “emanet” olarak verilmiştir.

Öyleyse emanette emin olmak istiyorsak, her nimete Rabbimizin ikramı nazarıyla bakmalı ve Onun yolunda kullanmalıyız. Zaten her gün müşahede ediyoruz ki dünyaya ait olarak bize verilenler kabre kadar bizimle, kabrin öbür tarafında esassızdır.

Ömür sermayemiz gidiyor, insan dünyaya gönderilme gayesini unutabiliyor ki bu çok acı…

Hatırlayalım Mevla-i Kerîm Rabbimiz Ahzab Suresi’nin 72. Ayetinde:

“Biz, emaneti, göklere, arza ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler; ondan korktular da onu insan yüklendi. İnsan (bu emanetin hakkını gözetmediğinden) cidden çok zalim, çok cahil bulunuyor.”

Hilafet emanetini kendimize mes’uliyet olarak aldık. Bu halifelik emanetini de ancak yümn-ü imanla (imandan gelen güvenle) ve Allah’a hakikî abd olmakla taşıyabilir, emanete mâlik emin bir halife-i arz olabiliriz; aksi halde çetin bir azab kuvvetle muhtemel.

Rabb-i Rahim’in bize verdiği bu emanetin şeref ve kıymeti, mes’uliyeti o kadar büyüktür ki ancak hakikî şuur sahibi olanlar bu emanete hakkıyla riayet edebilir.

“Evet, hüdâ-yı Kur’ânî böyle insana hitaben der: Ey insan! Senin elinde olan hayatın ve vücudun ve nefsin ve malın emanettir. Onlar, her şeye kadîr ve her şeye alîm bir Mâlik-i Kerîmin mülküdür. O Mâlik-i Kerîm ve Rahîm, kemâl-i kereminden, sende emanet olan kendi mülkünü senden satın almak istiyor. Ta senin için muhafaza etsin. Senin elinde beyhude zâyi olmasın. Sonunda, sana büyük fayda versin. Sen bir memursun, asker gibi muvazzafsın. Öyleyse, Onun namıyla çalış, Onun hesabıyla sa’y et. Muhtaç olduğun bütün şeyleri sana bahşeden ve rızkını veren, muktedir olmadığın şeylerden seni hıfzeden Odur. Senin gaye-i hayatın, Mâbudun tecelliyatına ve esmâ ve şuûnâtına mazhariyettir.”3

Bizim hayatımız, vücudumuz, nefsimiz ve malımız Rabbimizden emanettir. Her şeye sahip, ihsanı keremi bol Rabbimizin mülkü bunlar. Ve bize verdiği bu mülkleri Kendi rızası yolunda kullanmamızı bize tavsiye ediyor. Bu vesile ile verilen tüm bu nimetler muhafaza altına alınmış olacak, zayi olup boşa da gitmeyecek.

Gençliğimiz de emanetimizdir, çünkü görüyor, yaşıyor ve iki kere iki dört kat’iyyetinde anlıyoruz ki gençlik gidiyor, eninde sonunda o da bitiyor.

“İbrahim (parlak) bir yıldız görmüş ve şöyle demişti: (Belki de) ‘Benim Rabbim budur.’ Fakat (yıldız batıp) kayboluverince de: ‘Ben batıp bitenleri (kaybolup-gidenleri) sevmem (fânî olan şeylere gönül vermem ve onları ibadet edilmeye lâyık görmem)’ diye (eklemişti).”

Yaratılış gayemizi peygamberler vasıtasıyla bize tarif eden Rabbimiz, Hz. İbrahim’in (as) özelinde bütün insanlığa telkin ettiği hakikat az yukarda bahsedilen.

Çünkü sönüp giden, batıp giden, kararında kalmayan şeylere gönül bağlamanın bir manası yok.

Gençliğe de bu açıdan bakmak gerekir, çünkü kararında durmuyor, 15-20 senelik hayat müddeti akabinde gençlik de gidiyor.

Biçare gençlere verilen dersi hatırlamakta fayda var:

“Sizdeki gençlik kat’iyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız, o gençlik zayi olup, başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette, kendi lezzetinden çok ziyade belâlar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz, o gençlik mânen bâkî kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak.” 4

Geçip gidecek olan, emaneten verilen gençliğimiz durmuyor, gidiyor. Başımıza hem dünyada hem kabirde hem ahirette bela ve musibetler getirmemesi için itaat ve iffetle emanete azamî gayret etmek zorundayız. Böylelikle gençliğimiz sönüp gidecek değil, bilakis bâkî bir hâl ve ebedî gençlik vasfına nail olacaktır…

Rabbimizin verdiği, ikram ettiği her şey, her nimet bize emanet, öyleyse nereden ve kimden geldiği düşüncesini asla unutmadan hakkıyla muhafaza etmemiz gerekiyor.

Böylece insan-ı hakikîye ve dahi iman-ı tahkikîye erişmiş olacağız.

“Sen fânî vücudunu, o vücudu sana veren Hâlık’ın yolunda feda etsen, balarısı gibi olursun, hadsiz bir nur-u vücut bulursun. Hem feda et. Çünkü şu vücut sende vedia ve emanettir.”

“Hem Onun mülküdür, hem O vermiştir. Öyle ise, minnet etmeyerek ve çekinmeyerek fena et, feda et, ta bekà bulsun.”5

Netice-i Kelam:

“Vazife[miz] ise, yalnız bir asker gibi, Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse, istiğfar etmeli.

‘Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin’ demeli ve Ona yalvarmalı.”6

Dipnotlar:
1) Nesaî, Muharebe 2.
2) Kasas Suresi, 28/88.
3) Nurun ilk Kapısı
4) İman ve Küfür Muvazeneleri
5) Sözler 17. Söz
6) Sözler 6. Söz

2 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*