Fânîyim, fânî olanı istemem

Pırıl pırıl gökyüzü, masmavi denizler, yemyeşil ormanlar, çeşit çeşit rızıklar, sevdiğimiz insanlar, tarifinden aciz kaldığımız nice güzellikler…

Belirli bir süre kalmak için gönderildiğimiz bir dünyada seyretmeye ve tatmaya doyamadığımız çeşit çeşit nimetler içinde yaşıyoruz. Câmî bir mahiyete sahibiz ve hemen her şeyle alâkadarız. Küçüğünden büyüğüne hayatımıza giren ve bizi ilgilendiren her şeyde bir beka vehmedip bağlanıyoruz. Fakat meftun olduğumuz bu güzellikler fânî, yani geçici. Her şey belli bir süre sonra bu âlemden ya da elimizden çıkıp gidiyor. Ya da ölüm ile insan onlardan ayrılmak zorunda kalıyor.

Sevdiği ve kalben bağlandığı bu şeylerden ayrılması insan ruhunu acıtıyor, âdeta sevdiği şeyler adedince yaralar açıyor. Çünkü insan, meftun olduğu bu güzelliklerden ayrılmak istemiyor.

Evet, her şeyin üzerinde bir “fânîlik mührü” var. En küçüğünden en büyüğüne her şey bu dünyaya bir “vazife” ile geliyor, vazifesini tamamladıktan sonra kayboluyor. Yani her şey ve herkes burada misafir. Tüm varlıkların ve görünen güzelliklerin bir süre sonra yok olmaları onların ve taşıdıkları güzelliklerin kendilerinden kaynaklanmadığını, “bâkî ve cemal sahibi bir zat”ın isim ve sıfatlarının yansımaları olduğunu gösteriyor.

Demek ki insan şu fânî âlemde bir beka arıyor. Fakat gerçek manada beka, bu âlemde mümkün değil. Peki nasıl olacak? İnsan gerçek bir bekayı nasıl ve nerede bulacak?

Evet, insanın ruhundaki fenadan gelen yangını söndürecek olan ancak “bâkî bir zat” ve “bâkî bir âlem” olabilir.

İnsan ancak “bâkî bir zat”a iman etmekle, fânî varlıklarını onun yolunda ve onun izni dairesinde sevmekle/kullanmakla kendine ve sevdiği diğer varlıklara beka kazandırabilir. Bu dünyadan sonra gidilecek “bâkî bir âlem”in varlığına imanla içindeki beka arzusunun yakıcı ateşini teskin edebilir. Çünkü Bâkî yolunda sarf edilen her şey bekaya mazhar olur ve ancak bâkî âlemde gerçek beka bulunur. “Fânîyim, fânî olanı istemem” cümlesinin bir manası bu olsa gerek.

Evet değerli okurlar, hal böyle olunca bu “fânîlik” konusu ölüm gibi insanın en önemli meselelerinden biri haline geliyor. İşte biz de bu sayımızda fânîlik konusunu farklı boyutlarıyla ele aldık. İnsanın ruhunu yakan bu meseleye âb-ı hayat hükmündeki iman hakikatleriyle su serpmeye çalıştık. Diğer köşelerimiz ve yazarlarımız da aynı şekilde bu ay da sizlerle birlikte olacak.

Bu vesileyle; ebedî gündemi ve ebedî hakikatleri neşretmeyi esas alan Genç Yorum’un sayfalarının her daim sizlerin kalemlerine de açık olduğunu ve yazılarınızı beklediğimizi tekrar hatırlatmak isteriz. Şu fânî diyarda ‘fikirleri’ de ebedîleştirmek ve bir şekilde ‘bekaya mazhar etmek’ önemli. Üstad Bediüzzaman’ın “Her insan, kıymetli bir sözünü ve fiilini bâkîleştirmek için, iştiyakla kitabet [yazı] ve şiir, hatta sinema ile hıfzına çalışır.” tespiti, bilhassa biz gençler için mühim bir gaye-i hayal olmalı. Elbette, şu fani gök kubbede ‘hoş ve bâkî bir ses’ bırakmak adına…

Son söz yine Üstaddan: “Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.”

Kalın sağlıcakla…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*