Münker ve Nekir’le sohbet zamanı
En iyi üniversiteye girersem işte o zaman benden mutlusu yok… Şu okulu bitirsem de gerçek hayata atılsam… Bir işe gireyim o zaman olacak… Daha çok para kazansam, o istediğim arabayı alsam, şu evi alacak altını bir biriktirebilsem… Çocuklar okulu bitirseler de rahat etsek… Hacca gitsem nihaî hedefime ulaşacağım…
“Daha, daha, daha fazla, hep daha sonra derken, bir de bakmışım başımın üzerinde bir tahta, yan tarafımda bir melek; ‘Men rabbüke?’ diyor. Aaaa diyorum kabirde, o da geçsin, şu da olsun, bunu da kazanayım, şunu alayım, bunu satayım derken azıcık vaktim tükenivermiş. Dünya oyunu ilkokul beşin sonundaki müsamere kadar olsun sürmedi… İmtihan bitti mi şimdi? Sırada ne var? Sınav sonuçları açıklanınca hep beraber yeni okul kaydına mı gideceğiz?”
“E ben daha mutlu olacaktım. Daha 58 ülke, 543 şehir gezecektim, seyahatname yazacaktım, dolarla para kazandığım bir iş kurup haftada en fazla 20 saat homeoffice çalışacak; son model bir jip alacaktım, 35 bin liralık telefonum kırılsa üzülmeyecek rahatlığa erişecektim, daha masallardaki aşkı bulacaktım. Alacaktım, alacaktım, alacaktım, içimdeki o boşluk aldıkça dolacaktı. Olmadı değil mi? Çok önemli bir şeyi mi atlamışım? Neydi o sevgili Münker, siz deyin hele. Doğru, ebediyyen dünyada kalırım sandım. Orada ebedî kalacağım için sonsuza kadar yetecek hayalî bir stok uğruna çalıştım durdum… Sırf bunun için sürekli mutluluk stoklamaya çalıştım. İstedim, istedikçe istedim, yaşlandıkça daha fazlasını istedim ama bu dünyayı yutsa tok olmayacak hissin kaynağını araştırmadım. Bir şeyler hep azdı, eksikti, ara sıra üzüldüğümü fark ettim ama neden daha fazlası yok diye üzülüyorum sandım; içim mutmain olmadı, başka bir şeyim eksik gibiydi, ben de saçımı değiştirdim, olmadı mı? Arabayı değiştirdim. Bende büyük bir potansiyel var gibi hissetmiştim, gerçekten de vardı galiba, ama besbelli o potansiyeli de yanlış anlamışım. O potansiyel sanki beni müdür yapacak gibiydi. Büyük adam olma potansiyeli, politikacı potansiyeli nevinden bir şey. Bakarsın memuriyetten çıkar bakanlığa geçerim, daha da yükselir danışman olursam, iki de kitap yazarsam bu potansiyel taşar, etrafa feyz saçtıkça inkişaf ederim ve en sonunda mitolojideki hayat ağacına dönüşürüm gibi hissediyordum. Ne? Ne dediniz? Kul olmayı mı unutmuşum? Enaniyeti yanlış mı kullanmışım?
Öyle yaptım değil mi? Fânî ve hâdis olduğumu hiç hissetmedim. Ne tuhaf şey, güç ve sabitlik zannı. Bu bendeki potansiyelle bir yürüsem ilerleye ilerleye ebede ulaşırım, bakarsın hiç ölmeden beka bulur, Yaratıcının bütün hikmetine ererim diye büyüklendikçe saçmaladım. Kendimi büyük meseleleri düşünür görüyordum. Halbuki bütün düşündüğüm, insanların gittiği ama benim gidemediğim tatil yerleriydi. Ben yolcuyum, vaktim az, mesele büyük, yük ağır filan, bunlar ayda bir aklıma geldi, aklıma gelse de kalbime değemedi, ama ay sonunda elimde kaç para kalacağını her gün düşündüm. Yükümü bir türlü gemiye bırakamadım. Evet biliyorum insan olmanın handikabı bu, biliyorum bütün mesele imtihandayken nerede olduğunu unutup camdan bahçeye bakmamaktı biliyorum.”
“Aslında, öleceğim ve sizinle görüşeceğim ara sıra aklıma geldi, hiç gelmedi diyemem. Hastalık zamanlarında geldi, ölmekten korktum, hatta sevdiklerim öldüğünde şamar yemiş gibi sarsıldım. Ölüm bizim eve yaklaşınca bir süre ölüm hariç meselelerin küçüklüğünü hissediyordum. Ama ne bileyim, insan nisyanla malul, ölümden uzaklaştıkça öleceğimi yeniden unuttum. Her şey de bir derece sabitti, günler geçiyordu ama hiçbir şey değişmiyor gibiydi. Ne garip imtihanmış… Aldandım.”
Evet, insan aldanır. Ben de aldandım. Her gün dessas nefsime ve ehl-i dünyanın oyunlarına aldanıyorum. Düşmenin çaresi yok. Bizim işimiz, gücümüz, imtihanımız, unuttukça geri dönmek değil mi? Her gün belki yirmi defa unutuyor, en az beş defa kendimize burada ne yaptığımızı ne için yaşadığımızı hatırlatıyoruz. Bu sabitlik hissi olmasaydı belki de imtihana tahammül edemeyecektik. Dünya hayatı koşturmacasıyla, oyunlarıyla, rolleriyle bize bir sabitlik hissi veriyor, zamanın geçtiğini ancak fotoğraflardan anlıyoruz. En büyük imtihanımız olan duygu bizi imtihanda tutuyor. Cenab-ı Hakk’ın iş görmesi ne kadar garip. Kendimizin ve sevdiklerimizin bir tünelin içinden hızla düştüğünü her an hissetseydik günlük işleri devam ettirebilir miydik? Her an öldüğümüzü hissetseydik hayat sekerâta dönmez miydi? Kökü yavaş yavaş kesilmekte olan bir ağaç dalına zar zor tutunduğumuzu ve her an düşmek üzere olduğumuzu fark edip niyaza başlamak, vazifemiz kolay değil. Kolay değil, ama kendini sürekli oyunda tutmaya çalışma zorlamasından daha fıtrî. Madem bizler ölüme karşı nur-u Kur’an ile cidaldeyiz, fâniyiz, âciziz, unutmakla yoğrulmuşuz, bu yaranın tek çaresi olan okumaya kendimi ve sizleri davet ediyor, himmeti imtihanın sahibinden niyaz ediyorum.
İlk yorumu siz yazın