İshak Paşa Sarayı – Ağrı/Doğubayazıt

Gezi rotamızın en merak ettiğim yerlerinden biri olan İshak Paşa Sarayı için Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesine geldik. Sabah erkenden konakladığımız yerden ayrılıp kahvaltımızı saray manzaralı mesire alanında “kendin pişir, beraber yiyelim” şeklinde yapıyoruz 🙂 Saray manzarası gerçekten muhteşem. Çok masalsı… Bu zamana ait olmadığını açıkça belli ediyor. Doğubayazıt’ı ayaklarınızın altına seren bir tepeye yapılmış. Bizi misafir eden arkadaşımın tavsiyesi üzerine hemen piknik yaptığımız yerin karşısındaki Ahmed-i Hânî Hz.lerinin türbesine geçiyoruz. Meraklısı bilir, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri henüz 13-14 yaşlarında iken doğunun âlimleri gibi tecrid ve riyazet etmeye başlar. Tarihçe-i Hayat’ta geçtiği üzere; “Ekmeği bile bir zaman terkedip, ot ile idareye koyuldu. Nadir konuşuyordu. Kürdlerin edib dâhîlerinden Molla Ahmed Hânî Hazretlerinin, gündüzleyin bile havf ile girilen kubbe-i saadetine kapanır, bazan geceleyin de orada kalırdı. Bundan dolayı ahali, Bediüzzaman’a: ‘Ahmed Hânî Hazretleri’nin feyzine mazhar olmuştur’ diyordu.”1

Gündüzleri bile insanların havf ederek girmesi cümlesi bizi de korkutuyor. Türbeye giriyoruz. Huzurlu bir havası var. Üstadımızın üstadlarından olması hasebiyle vefa borcumuzu eda niyetiyle ruhuna bir Yasin okuyor ve dualar ediyoruz. Ziyaretimiz cuma gününe denk geldiği için eşim namaz sebebiyle burada kalıyor. Bizde çocuklarla birlikte İshak Paşa Sarayı’na iniyoruz. İnince birden bir ezan sesi geliyor ve etraftan adamların hızla bir yere doğru hareketlendiğini görüyoruz. Meğerse sarayın camisi aktif şekilde kullanılıyormuş. Bunu duyunca bizde gezmeye camiden başlayalım, hem de namazımızı kılalım diyerek adamları takip ediyoruz.

Harem kısmının hemen yanında bulunan kapıdan giriyoruz. Çok büyük değilse de tüm saray ahalisini rahatça alacak büyüklükte yapılmış. Caminin erkekler bölümünü hanımlar bölümünden ayıran sütunlar var. Arka tarafa hanımlar kısmına geçiyoruz, ama erkek bölümünü de görebiliyoruz. Biz girdiğimizde ezan okunmuş, imam hutbe için hazırlanıyordu. En son umrede cuma namazı kılmıştım. Zihnimde nasıl kılındığını hatırlamaya çalışırken hutbede başlamıştı. Önümdeki sütundan imamı göremediğim için biraz yana kaydım. Çok ilginç bir mimariyle karşılaştım. İmamın bulunduğu yer, bildiğimiz minber mimarisinden çok farklı bir şekilde yapılmıştı. Merdiven gözükmüyordu. İmam oraya nasıl çıktı diye epey sağı solu inceledikten sonra hemen arkasında küçük bir pencere olduğunu ve oradan gizli bir merdivenden çıktığını anladım. Daha ilk dakikadan bu saray bizi şaşırmıştı.

Neyse namazı kıldık, tesbihler çekildi. Cemaat dağılınca erkek bölümüne geçip etrafı incelemeye başladık. Meraklı bakışlarımızı görmüş olacak ki imam yanımıza gelip nereden geldiğimizi sordu. “Rize’den” deyince epey şaşırdı. “Sadece sarayı görmek için mi buraya geldiniz?” dedi, “Evet” cevabımızla birlikte bize cami hakkında tüm detayları anlattı. Caminin, saraydaki orijinal halini tamamıyla koruyan tek bölüm olduğunu söylüyor. Kubbe kısmındaki işleme ve boyalar aslını koruyanlardan. O dönemde aydınlatma için kullanılan kandilleri asmak için kubbeden aşağıya doğru zincirler sarkıtılmış. Mihrabın iki yanında bulunan hilâller Osmanlı’yı temsil ediyormuş. Yine hemen mihrabın üstünde bir basket topu büyüklüğündeki yuvarlak camdan içeri giren güneş ışıklarından ezan vakitleri hesaplanıyormuş. Tüm sarayda olduğu gibi camide de ısıtma sistemi mevcut. Topkapı Sarayı’ndakinden sonra en kapsamlı ikinci cami olduğunu da ekliyor son olarak. Bizde kendisine teşekkür edip cami kısmından ayrılıyor ve giriş kapısından tekrar başlıyoruz gezmeye.

Bu tarz büyük yapıları gezerken yapıyı daha iyi anlayabilmek için bir rehberin eşlik ediyor olması şart. Yoksa çok yüzeysel oluyor. Gezinin başından çektiğimiz sıkıntıların meyvesimidir bilinmez, birden giriş kapısından bir turist kafilesi girdi. Tabiî tüm sarayı rehber eşliğinde gezme fırsatını kaçırmayıp hemen peşlerine takıldık 🙂 Sarayın baştan sona oyma sanatıyla ince ince işlenmiş muhteşem ve görkemli kapısından içeri girdikten sonra geniş bir avlu sizi karşılıyor. Kapının hemen sağında çeşme var. Bu Osmanlı mimarisinde sık görülen bir uygulama. Saraya giren yolcular, kimseye sormadan etmeden yani aramadan suya ulaşabiliyor hemen. Çeşmede iki ayrı musluk var. İshak Paşa zamanında birinden su birinden süt aktığını aktarıyor rehberimiz. (Nasılda sahipleniyoruz rehberimizi 🙂 Tabiî böyle gizemli yapıların mistik hikayeleri olmazsa olmaz. Hemen bir aşk hikâyesinide iliştiriveriyor rehberimiz.

Çeşmeden devam ettiğinizde büyük avlunun içerisinden zindanlara inen merdivenler var. Epey dik merdivenlerden indikten sonra uzun bir koridor gibi yürüyorsunuz. Bazı zindanlar pencere görüyor, bazıları görmüyor. Bazı pencereler büyük, bazıları küçük. Suçun şiddetine göre pencere küçülüyor yahut hiç ışık görmüyor suçlu. Zindan kısımları epey serin. Geri yukarı çıkıyoruz. Zindan tarafının hemen karşısında da tavla kısmı var. Yani atların bakımlarının yapıldığı yer. Kemer gibi bir kısımdan geçip iç avluya ulaşıyoruz. Ama tam oraya geçmeden kemer kısmından kiler kısmına giden merdivenler var. Yine çok dik ve yüksek basamaklı. Hemen elliye yakın basamak var. Mutfak da tee harem kısmının içinde. Yani eğer mutfakta yemek yaparken kilerden bir malzeme lazım olursa vay halinize 🙂

Merdivenleri tekrar geri çıkıp iç avluya giriyoruz. Yine kapılarda sıkça oyma sanatını gözlemliyoruz. İç avlunun güzel bir görüntüsü var. Caminin kubbesi, harem kapısı, siyasi işlerin yürütüldüğü kısmın kapısı ve tam kesin olmamakla birlikte içinde İshak Paşa’nın kabrinin olduğu söylenen türbe. Hepsi hoş bir görüntü oluşturuyor. İlk önce siyasi işlerin yürütüldüğü kısma geçiyoruz. Kapıdaki işlemelerden bahsediyor canımız rehberimiz. Kapının etrafı kubbe şeklinde işlenmiş iki sütun şeklinde. İki sütun arası o kadar ince oyulmuş ki arasından yalnızca kâğıt geçebiliyormuş. Etrafı da türlü çiçek ve meyve motifleriyle süslenmiş. Merdivenlerden çıkınca paşanın gelen elçileri dinlediği, siyasî işleri yürüttüğü bir alan var. Hemen yanında cumbalı oda. Balkon tarzında bir yer. İshak Paşa buradan halkına seslenirmiş. Yine hemen oranın az ilerisinde camiyle bağlanan bir koridor. Böylelikle gelen elçiler, ziyaretçiler de namazlarını kılabiliyorlar. Cami kısmının diğer koridoru da harem kısmına açılıyor. Harem kısmında Doğubayazıt manzaralı odalar var. Odalarda şömine olduğunu görüyoruz, tüm sarayda olan ısıtma sistemi bu odalardada mevcut. Sarayın harem odalarının girişinin hemen yanında hasbahçeye çıkan bir merdiven var, lâkin kapalı olması hasebiyle çıkamıyoruz. Harem kapısından mutfağa geçmeden önce hol gibi bir yerde tuvalet olduğunu görüyoruz. Tuvaletin olması gerekenden büyük olmasının sebebi olarak, gizli durumlarda buradan dışarıya haber götürülmesini aktarıyor rehber. Yalnız koca sarayda tek tuvalet olması epey ilginç. Sabahları İshak Paşa’yla vezirlerin sırada bekleme düşüncesi bizi epey güldürüyor 🙂

 

Holden mutfağa açılan ara var. Hamam ve mutfak neredeyse kapıları bitişik şekilde yan yanalar. Hamam iki kısımdan oluşuyor bir kısmında musluklar diğer kısmında da mini bir havuz var. Tüm saray ahalisinin sırasıyla burada yıkadığın söylüyor rehber. Ve son kısım olan mutfağa geçiyoruz. Epeyce geniş bir mutfak. Mutfakta ağır bir is kokusu var. Yanmış yağ lekelerinin duvarda izleri halen gözüküyor. Bunların gerçek olduğunu söylüyor rehber, biraz şaşırıyoruz. 231 yıllık sarayın is kokusu halen devam ediyor. Ve mutfağın iç avluya açılan kapısından tekrar geri çıkıyoruz. Tüm sarayı çok özet şekilde anlatmış olduk. Yalnız bazı yapılar ve yerler anlatılmaz yaşanır cinstendir. Burayı ne kadar anlatsalarda imkân bulanların muhakkak gelip görmesini tavsiye ediyorum. Yaklaşık bir-bir buçuk saat kadar sürdü tüm sarayı gezmemiz. Bu gezdiğimiz kısımlar sarayın sadece üçte biriymiş. Kalan ikilik kısımlar zaman içinde yıkılmış. Sarayın yapımı doksan yıl sürmüş, yapımında binden fazla usta çalışmış. Ve bu görkemli yapı ortaya çıkmış. Gelin görün ki bu görkemli yapıya yapılan yanlış restorasyon göz kanatır cinsten. Gezerken dokunmaya kıyamadığınız güzellikteki motif ve sütunların kazınmış olması gezi boyunca gözünüzü tırmalıyor. İnsan evinin duvarına bile bunu yapmazken 231 yıllık sarayın duvarına kendi ismini kazımasındaki anlamsızlıkta gezi boyunca boğuluyorsunuz… 🙁

Dipnotlar:
1) Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*