Dil (1)

Önce dil vardı. Varlığın dili, dilin varlığı ile bitişik yaratıldı denebilir. Bu sebeple felâket ile selâmet dilde saklıdır. “Terbiye edilmeyen dil vahşi hayvan gibidir kendi başına bırakılırsa insanları parçalar” denmiştir (İmam Ali) Nehcülbelaga 60. Hikmet eserinde geçtiği üzere. Dilin veya dillerin vahşetten evcilliğe,  medeniyete ve sağlıklı üretici kültüre dönüşmesi insanın tarihine dayanır.

Dillerin kendi tarihlerine gelince, bu tarih diyor Michel Foucault, Kelimeler ve Şeyler’de, bu tarih artık aşınma veya kaza, çeşitli unsurların takdim, karşılaşma ve konuşmasından ibarettir; bu tarihin ne kendine özgü yasası, ne hareketi, ne de gerekliliği vardır. Örneğin Yunan dili nasıl oluşmuştur? “Yunan dilinin ilk tabanına çok miktarda parçacıklar ve diyalektler yükleyenler, Fenike’li tüccarlar, Frigyalı, Makedonyalı ve İlliryalı maceracılar, Galatlar, İskitler, sürgün veya kaçak çeteleri olmuştur. Fransızca’ya gelince, bu dil Latince ve Gotça adlardan, Keltçe deyim ve inşalardan, Arapça tanımlık ve rakamlardan, İngilizce ve İtalyanca’dan, icabında yolculuklardan, savaşlardan veya ticarî ilişkilerden alınma kelimelerden meydana gelmiştir. Bunun anlamı, dillerin, göçlerin, zafer ve bozgunların, maceraların, alışverişlerin etkisiyle geliştikleri, ama bu gelişmeye asla, kendiliklerinden sahip olacakları bir tarihselliğin yol açmadığıdır. Diller, hiçbir iç açılımlama ilkesine boyun eğmezler; temsilleri ve bunların unsurlarını bir hat boyunca açımlayanlar dillerdir. Eğer diller için pozitif bir zaman varsa, bunu dışarıda, tarih cephesinde değil de, kelimelerin düzenlenişinde, söylemin oyuğunda aramak gerekir.

“Dil matematiksel soyutlamaya zemin hazırlıyor.” Bilimin dilden ayrı birşey olmadığı kabul edilmelidir. Bununla ilgili, dilin bir şifreleme ve şifre çözme olduğu noktası konuşulmalıdır. Bu beceri nasıl kazanılıyor?

Altmış yıl önce B. F. Skinner, sözlü davranış, sembolik iletişim konusundaki benzersiz kapasitemizin doğuştan ziyade öğrenildiğini iddia etmişti. Son yıllarda Skinner’ın bazı fikirleri beklenmedik bir şekilde geri dönüyor.  Psikologlar dilin gerçekten öğrenildiğini, çocuklara yaşamın ilk birkaç yılında öğretilen bazı genel becerilerden ortaya çıktığını keşfettiler. Dil beyni ve kişiliği nasıl şekillendirir? Çocuk 2 yaş civarında konuşmaya başlar ve birkaç yıl içinde dilin yetkin, çoğunlukla üretken kullanıcıları haline gelir. Sadece dinleyip öğreniyorlar mı, yoksa ana dillerinin özellikleriyle dolu bir dil becerisiyle mi doğuyorlar? Öğrenmenin de işin içine girdiği açıktır; çocuklar büyüdükleri dil(ler)i öğrenirler. Ancak bu tek başına durumu açıklayabilir mi?

Teknolojinin dil ve beyin gelişimindeki rolü nedir?

“Gerçekliği kontrol etmek değil sonsuz hayat bulmaktır…” Teknolojinin gayesi budur, makineler bunun için yapılır. Dil bu evrende tanım ve tanımlamalar yapabilir.

Bazı bilim insanları herşeyin 1 ve 0 ile ifade edilebileceğini ve varlığın sadece 1 ve 0 dan ibaret bir görünürlüğe sahip olduğunu iddia ediyorlar. Bilginin varlığın bilgisinin çok basit iki rakamın farklı dizilişlerinden ibaret bir görüntüsü olabilir mi? Bu durumda karadeliklerin varlığı bilginin emilip yok edilebilmesi bir anlamda çöp kutusu olabileceğini akla getirse de her bilginin gelip gitmesi sonucu bile tamamen yok olmadığı kendini kopyalayabileceği ve karadelikten yansıyan parçalarının kalanların da kopyasını  içereceği umut ediliyor. Yani dil ile varlık bitse de içerik devam edebiliyor.

Kipling, kelimeleri en etkili uyuşturucular  olarak görüyordu.  Bediüzzaman ise tevhid-i kelimeden bahsediyordu. Meselâ; “hasbünallahi  ve nime’l-vekil”i açıklarken “bir çiçek gidiyor… manası kokusu zihinlerdeki nakış iz olarak kalıyor…” diye bir yaklaşım getiriyor.

“Her arıda gizli denklemler var.” Bu denklemi çözdüğünde ne olacak? Peki, yeterli verilerin biriktirilmesi ile bir dil üretilebilir mi? Makinelerin giderek bir ilişki düzenini geliştirmesi bir dili ortaya çıkarabilir mi?

İnsanın ve her hayat sahibinin yaratılması ile birlikte dilinin de yaratılmış olarak gönderilmesi… İnsan ve hayvan makinesinin ve her bir makinenin kendi fonksiyonunun bir dil üretmesi ile başta dilin hayatın olduğu gibi “istemek talebi olmadan” verilmesi, sonra hem de geliştirme ve çeşitleme imkânlarının verilmesi… Bu noktada Bediüzzaman’ın şu betimlemesi dikkat çekicidir: Üstad “lehül mülk” ü açıklarken, “Yani: Mülk umumen onundur. Sen, hem onun mülküsün, hem memluküsün, hem mülkünde çalışıyorsun.” (Asâ-yı Mûsa) derken şunu anlıyoruz ki, insan hem bir makine hem de makine üretebiliyor, kullanabiliyor.. hem de çalışıyor ve çalıştırıyor. konuşabiliyor ve konuşturabiliyor… ancak bunların hepsi O’nun mülkünde yaratması ile oluyor. “Sen kendi vücudunu yapmaya kàdir değilsin. Ve elin onu icad etmekten kàsırdır. Başkaları dahi o işten âciz ve kàsırdırlar. İstersen tecrübe et bakalım. Şecere-i kelimat denilen bir lisanı veya muhaberat ve ezvak santralı olarak bir ağızı yap. Elbette yapamayacaksın. Öyle ise Allah’a şirk yapma! ﺍِﻥَّﺍﻟﺸِّﺮْﻙَ ﻟَﻈُﻠْﻢٌ ﻋَﻈِﻴﻢٌ” (Mesnevi-i Nuriye)

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*