Yamalamak yakışır

Eskiden beri bir şeyleri yamamayı severim. Özellikle çoraplarımı. Artık yere nasıl basıyorsam, çoraplarımın topuk kısımları çok çabuk yırtılıyor. Eğer küçük bir yırtık varsa iğne ile iki ucu birleştirir, deliği kapatırım. Yok eğer büyükçe bir yırtık varsa bir parça kumaş kullanarak yırtık kısmı onarırım. Yaptığım yamaların mükemmel olduğu söylenemez. Yine de benim gözümde biricikler. Eski ve yamalı şeyler güzeldir, bir geçmişi vardır çünkü. Onları tamir etmek biraz vefa borcu gibi.

Zaten dikmek fiili müthiş bir şey. Düşünsenize bir kumaş alıyorsunuz, bir iğne-iplik ya da dikiş makinesi işte. Ve istediğiniz şeyi dikebiliyorsunuz. Tam kendinize göre, tam istediğiniz gibi. Müthiş. Terzilik hayal mesleklerimden. Bir de marangozluk var öyle. Ahşabı eline alıp ona şekil verebilmek müthiş lezzetli olmalı. Evde ne eksikse ahşaptan yapabilirsiniz. Masa, sandalye, dolap, güzel küçük kutucuklar, ne isterseniz. Müt-hiş.

Her neyse…

Geçenlerde internette dolaşırken “visible mending” diye bir kavramla tanıştım. “Görünür yama” yani. Yabancılar bizde de olan bir şeyi daha havalı bir isimle, güzel ve biraz da aykırı bir tarzda yapınca sanki onlar bulmuş gibi oluyor. Öyle bir kasıtları olmasa bile öyle oluyor işte.

Neymiş bu “visible mending” diye biraz bakındım ve gördüğüm örneklere bayıldım. Temelde İsviçre yaması, İskoç yaması, Sashiko (Japon dikişi) gibi çeşitli ülkelerden farklı dikiş/yama teknikleriyle yama yapmayı ifade eden bu kavram, yavaş moda akımının bir neticesi gibi. Eskiden daha ziyade tercih edilen “görünmez yama” yerine, “yamanı gururla taşı” gibi bir sloganla ortaya çıkan görünür yamacı kardeşlerimiz herhangi bir kumaş üzerindeki büyük ya da küçük yırtıkları renkli ve hareketli dikişlerle kapatmayı bir hayat felsefesi haline getirmiş gibi. Bence bu kesinlikle çok güzel bir şey. Ama yabancıların buldukları yahut hoşlarına giden bir şeyde tam manasıyla fânî olması biraz rahatsız ediyor beni. Hani “yamanı gururla taşı” deyip bunu bir hayat felsefesi yapmaya gerek var mı? Zaten yamarsın ve giyersin. Kâfî değil mi?

Şimdi yamama metotlarını bir kenara bırakalım da kullanılan metot ve kumaştan öte, yamanın arkasında yatan manaya, Risale-i Nur’da yama kavramının nasıl geçtiğine bakalım. Üstad da yamatırmış kıyafetlerini. Hatta Kastamonu Lahikası’nda yer alan bir mektupta kıyafetlerini yamayan Hakkı (Tığlı) ağabeyden bahsediyor:

“Hapiste, Abdurrahman’ın pederi yerinde benim elbiselerimi yamalayan Hakkı’nın ciddi ve hakikatli uhuvvetini ve talebeliğini, tahminimden daha ileri terakki ettiğini bildim, çok mesrur oldum.”

Üstad hediye kabul etmemesinin sebeplerini saydığı İkinci Mektup’ta şöyle demiş:

“Hem tasannu’ ve temelluktan beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz yamalı bir libas giymek, bana daha hoş geliyor. Gayrın en a’lâ baklavasını yemek, en murassa’ libasını giymek ve onların hatırını saymağa mecbur olmak, bana nâhoş geliyor.”

Fesubhanallah şu hadise bakar mısınız, sanki buna telmih yapıyor Üstad:

“Birinizin yama dolu bir elbise giymesi, kendisine güvenilir bir görünüm vererek, bedelini ödeyemeyeceği bir elbise almasından daha iyidir.” (bk. Müsned, III/244; Feyzü’l-Kadir, V/259, Hadîs No: 7217)

Ya şu hadise ne demeli:

Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: (Ey Âişe! Cennette) benimle olman seni mesrur edecekse sana dünyadan bir yolcunun azığı kadarı kifâyet etmelidir. Sakın zenginlerle sohbet arkadaşlığı etme. Bir elbiseye yama vurmadan eskimiş addetme.” (bk. Tirmizi, Libâs 38, No: 1781)

Rezîn şunu ilâve etmiştir: “Urve dedi ki: Hz. Âişe (radıyallahu anhâ), bir elbiseyi eskitip yamamadıkça ve içini dışına ters çevirip (bir zamanlar da öyle giyerek iyice eskitmedikçe) yenilemezdi.”

* * *

Yine Avrupalılar sünnete uymakta bizi geçti. Fakat biz de şimdi yürümeye başlasak onları fersah fersah geçeriz.

O halde yamalıyor muyuz arkadaşlar?

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*