Zehirli bal: Hedonizm

Zehirli bal: Hedonizm

“Sen burada misafirsin. Ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza, bu fânî dünyadan da çıkacaksın. Öyleyse, aziz olarak çıkmaya çalış. Vücudunu Mûcidine feda et. Mukabilinde büyük bir fiyat alacaksın. Çünkü, feda etmediğin takdirde, ya bâd-ı hevâ zâil olur, gider veya Onun malı olduğundan, yine Ona rücu eder. Eğer vücuduna itimad edersen, ademe düşersin. Çünkü ancak vücudun terkiyle vücut bulunabilir.”1

Misafir olduğumuzun farkına vardığımızda iki cihanın saadet kapıları açılacaktır. Ev sahipliği tevehhümü ise bizler için çıkmaz sokak manasını taşıyacaktır.

Dinlenme tesisi!

Bir misalle daha yakından anlamaya çalışalım. Otobüse binip dinlenme tesisinde 15 dakikalık mola verdiğimizi düşünelim. Bu 15 dakikayı nasıl değerlendiririz? Yemek, su ve diğer ihtiyaçlarımızı temin etmeye çalışırız. Bir yandan da kulağımız anonslardadır. Zira uzun yolda kimse otobüsü kaçırmak istemez. Peki bu 15 dakikada, bir daha uğramayacağımız bu yerde etraftaki arazilere bakmak, yatırım fırsatlarını düşünmek divanelik değil midir?

Çoğu insanın maalesef bu divane yolu seçtiğine esefle şahit oluyoruz. Peki bizi aldatan nedir? Neden, “Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!”2 mealinde açık ayete rağmen aynı hatada ısrar ediyoruz? Nefse hoş gelen hususlar maddeler halinde; “Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara ‘süslü ve çekici’ kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katındadır.”3 şeklinde sıralanıp ikaz edilmemiz bizde arzu edilen değişimi neden sağlayamıyor?

Hangi lezzetin peşindeyiz?

Mevzuun kritik noktasını çeşitli lezzetlere olan müptelalığımız teşkil ediyor. Medya, arkadaş çevresi gibi faktörler durumu daha vahim hale getiriyor. Tüketim toplumu haline geldiğimizde artık daha çok lezzet ve tüketim odaklı düşünüyoruz. İsrafın kapısını açan, elemleri davet eden ve netice itibariyle tatminsiz bir topluma doğru hızla sürükleniyoruz. Haram lezzetler, dünya kadar yükü insana şu şekilde yükler:

“Şu gördüğün dünyayı, bütün lezâiziyle, sefahetleriyle, safâlarıyla pek ağır ve büyük bir yük gördüm. Ruhu fâsit, kalbi hasta olanlardan başka kimse o ağır yükün altına giremez. Çünkü, bütün kâinatla alâkadar olmaktansa ve her şeyin minnetine girmektense ve bütün esbab ve vesaite el açıp arz-ı ihtiyaç etmektense, bir Rabb-i Vâhid, Semî ve Basîr’e iltica etmek daha rahat ve daha kârlı değil midir?”4

“Dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesi yedirir, on tokat vurur gibi hayatın lezzetini kaçırır.”5 ifadesi ise lezzet noktasında neticelere bakmanın ehemmiyetini izhar eder. Muvakkat bir haram lezzet için azabı göze almak akıl kârı olmadığı aşikârdır.

Lezzetin zirvesi: İman

Tabii ki meşru haldeki lezzet bahsimizin haricindedir. Yalnız net bir şekilde bu dünya hayatında dahi en büyük lezzeti alan insanların Müslümanlar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira iman etmenin peşin bir ücreti olarak saadet, huzur hayatını ihata edecektir. Kâinattaki en yüksek hakikat olan iman hakkında Risale-i Nur’daki bazı tespitler son derece manidardır:

“Hayatımın en saf lezzeti ve halis saadeti imandadır.”6 ve “İmanda, bu dünyada dahi hakikî bir Cennet lezzeti ve dalâlette ise Cehennemî bir azap ve sıkıntı vardır.”7

Mezkûr pasajlar tüm dünyevî mal ve makama rağmen çoğu insanın azap içinde yaşamasını da idrak etmemizi sağlar. Anlaşılan kapitalist ve hedonist sistemlerin sürekli telkin ettiği mal-mülk edinme, makamı büyütme, gayr-i meşru eğlenceler beşerin dertlerine deva olamıyor. Hatta bu yola sülûk etmekte ısrar; azabı da elemi de artıyor.

Zira “Kalpler, ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur.”8 ayeti mutluluğun şifresini açıklıyor. Bu dünyaya gönderiliş maksadına muvafık her hareket lezzetli, saadetli ve huzurludur.

Mutluluğun formülü!

Risale-i Nur’da mutluluğun formülü şu şekilde özetlenir: “Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı imân ile hayatlandırınız ve ferâizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhâfaza ediniz.”9 ve “Âkıbeti görmeyen ve bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzetlere tercih eden hissiyât-ı insâniye akıl ve fikre galebe ettiğinden; ehl-i sefâheti sefâhetinden kurtarmanın yegâne çâresi, aynı lezzetinde elemini gösterip hissini mağlûp etmektir.”10

Lezzet ve zevkler peşinde gitmek isteyen insan için iman etmek, farzları yerine getirmek ve günahlardan çekinmek kritik hususlardır. Bu üç maddeyi hakkıyla ifa eden için lezzetin zirvesinde olduğu söylenebilir.

Beka meselesi!

Bekadan başka bir şey insanı tatmin etmez. Lezzet aldığında bile lezzetin bitecek olması düşüncesi peşin bir elemdir. “İnsan, ebed için yaratılmıştır. Onun hakikî lezzetleri, ancak marifetullah, muhabbetullah, ilim gibi umur-u ebediyededir.”11 ve “Eğer şu fânî dünyada beka istiyorsan; beka fenadan geçiyor. Nefs-i emmare cihetiyle fena bul ki bâkî olasın.”12 gibi tespitler bekanın beşer için ehemmiyetini izhar eder.

Fânîyi bâkî olanla tebdil edebilmek elimizde. Mesaimiz üç günlük dünyaya göre değil, asıl menzilimiz olan ahirete yönelik olmalıdır: “Kabrin arkası için çalışınız. Hakikî saadet ve lezzet ondadır.”13

Asıl yurdumuza atılan her bir adım bizim saadetimize vesile olacaktır. Dünyadaki lezzetlerin fânî olması ve yenilenmesinin son derece kısıtlı olması eleme inkılâb etmesine sebep olur.

Lezzetin hakikî hususiyetleri!..

Oysaki saadet-i ebediyedeki lezzetlerin; “Lezzetin bekası lezzetten daha lezizdir.”14 ve “Lezzetin en büyük lezzeti teceddüd ve tebeddülündedir.”15 gibi özellikleri sebebiyle eşsiz olması büyük bir lütuftur.

Netice itibariyle “Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.”16 tespitlerine kulak vermeliyiz. Hakikî lezzeti arayan helâl daireden çıkmaması gerekir. Bu dairede kalan bahtiyarların iki cihanda en fazla mutlu, huzurlu kişiler olduğu hatırlanmalıdır vesselam…

Dipnotlar:
1) Mesnevî-i Nuriye, s.101;
2) Ankebut Sûresi, 64;
3) Al-i İmran Sûresi, 14;
4) Mesnevî-i Nuriye, s.59;
5) İman ve Küfür Muvazeneleri, s.58;
6) Şualar, s.68;
7) Barla Lâhikası, s.208;
8) Ra’d Sûresi, 28.;
9) Sözler, s.134;
10) İman ve Küfür Muvazeneleri, s.10;
11) İşârâtü’l-İ’caz, s.197;
12) Sözler, s.196;
13) Mektubat, s.487;
14) İman ve Küfür Muvazeneleri, s.212;
15) Şualar, s.652;
16) Sözler, s.44

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*