100 yıllık rüya: Cumhuriyet

Birinci Dünya Savaşına giren Osmanlı Devletinin uzun ve yıpratıcı bir sürecin sonunda mağlup olmasının ardından Anadolu topraklarında İstiklâl Savaşı başlatıldı.

Halkın bütün kesimleri; hocalar, âlimler, askerler, siyasîler “ortak değerler” etrafında kenetlenerek büyük ve zorlu bir mücadeleden sonra “dış düşmanlar”ı kovdu ve vatan toprakları işgalden kurtarıldı.

Millet yorgundu; fakat çok geçmeden, önce 1920’de hocaların, âlimlerin katıldığı dualı bir merasimle meclis açıldı. Ardından 1923’te ise aynı şekilde Cumhuriyet kuruldu. Cumhuriyet, “Milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığı ile kullandığı devlet biçimi.” olarak tanımlandığı ve öyle algılandığı için halkın hüsn-ü teveccühüne mazhar oldu. Desteklendi, alkışlandı…

Bir müddet bu birlik ve beraberlik havası devam etti fakat sonrasında 1925-26’larda Şeyh Said Hadisesi ve İzmir Suikastı bahane edilerek başta kurtuluş hareketine destek verenler olmak üzere bütün muhalefet tasfiye edildi. Ardından devreye sokulan inkılâpların ve devlete hâkim olan yeni paradigmanın da etkisiyle “cumhuriyet,” “tek parti rejimine”ne evrildi. İsim ve resimden ibaret ideolojik bir cumhuriyet şeklini aldı.

Bir ara kontrollü şekilde çok partili hayata geçiş denemesi olarak Serbest Cumhuriyet Fırkası açıldıysa da muhalefetin bu partide odaklanması üzerine o da kapatıldı. Memlekette uzun bir süre tek parti rejimi idaresi yaşandı, milletin inancına ve maneviyatına aykırı pek çok icraata imza atıldı. “İstibdad-ı mutlaka cumhuriyet namı” verildi.

Vatanseverlerin bir kısmı köşesine çekilmek, bir kısmı da ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Hatta o dönemde bir cumhuriyetçi olan ve “Cumhuriyet ki, adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir” diyen Said Nursî bile mahkemelerde cumhuriyet düşmanlığıyla suçlandı, fikirlerinden dolayı talebeleriyle birlikte mahkeme mahkeme, hapishane hapishane dolaştırıldı.

Ardından dünyadaki konjonktürün de zorlamasıyla çok partili hayata geçildi ve 1950 yılında demokratların iktidara gelmesiyle bir rahatlama oldu. Milletin inancına ve maneviyatına saygılı demokratların icraatlarından ve de milletin söz sahibi olmasından rahatsız olan sabık rejimin bekçileri dönem dönem idareyi tekrar ele alabilmek için pek çok girişimde bulundular, “balans ayarları” yapmaya çalıştılar.

Güya cumhuriyeti aslında “rejim”i korumak için halka rağmen halk için ihtilâller yapıldı, muhtıralar verildi. Başbakanlar, bakanlar asıldı… Tabii ki ihtilâllerin, muhtıraların millet ve ülke üzerindeki siyasî, ekonomik, psikolojik vs. faturası ağır oldu ve bu günlere geldik.

Peki, az gittik uz gittik, 100 yıl gibi bir süre gittik, buna rağmen gerçek manada bir cumhuriyete ulaşabildik mi?

Cumhuriyet halkın hür iradesinin idareye yansıması iken acaba bizde öyle olmuş mudur? Gerçek manada bir “cumhuriyet” olabilmiş midir? Bunun önündeki engeller nelerdir ve kimlerdir? Bu engeller nasıl aşılacaktır?

Bunlar cevaplanması gereken sorular ve 100. Yılını idrak ettiğimiz şu günlerde hâlâ ideal bir cumhuriyetin hayalini kuruyoruz. Bunun için devlet ve millet olarak bir muhasebe yapılmalı, eksikler ve hatalar tespit edilip giderilmeli ki geleceğe ümitle yürüyebilelim.

Evet değerli gençler; genç cumhuriyetimizin 100. Yılında biz de cumhuriyet serencamını ele almayı istedik. Sizleri kapak yazılarımızla ve diğer köşelerimizle baş başa bırakıyor, istifadeli okumalar diliyoruz.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*