Hepimiz cumhuriyetin halkın kendi egemenliğine dayalı bir yönetim şekli olduğunu biliriz. İlkokul yıllarımız ve tüm öğrenimimiz boyunca “cebren” öğretilmiş bir kavramdır cumhuriyet. Eğitim öğretim sistemimizin ezbercilik esaretinden, kâinatın hür muallimliğine kendimizi bıraktığımızda daha önce sadece adını bildiğimiz birçok kavramın içimizde bir yerlere yerleştiğini, bir boşluğu doldurduğunu, bir bakış açısı kazandırdığını göreceğiz.
Hakîm olan Allah, büyük dersleri hep “küçük” muallimlerden öğretir kâinat mektebinde. İnsanı tevazu ile ayaklarının dibine baktırır önce, gurur ve kibirden arındırır. Kibrin cehaletin anası olduğunu idrak eder insan. Kâinat, kendine tevazu ile bakana neler öğretmez ki.
Biz de cumhuriyet, örgütlenme, sosyal devlet, yardımlaşma gibi kavramları karıncadan öğrenmek için eğildik bu sefer. Yıllarca kitaplarda okumuş olduklarımızı yaşayan bu canlılardan öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki. Karıncadaki tüm hikmete muvaffak olmak mümkün değil. Bu sebeple şimdilik karıncalardaki özellikle “lafızlarda kalmayan cumhuriyet” düsturlarını öğrenmeye çalışacağız.
Karıncalar, böcek popülasyonları içinde oldukça kalabalık bir grubu teşkil eder. İnsanlarla da çok yakın temas halinde olan karıncalar özellikle devlet anlayışı, birlikte yaşama düsturları, sosyal yönleri sebebiyle birçok araştırmaya konu olmuş, araştırılmıştır. Karıncaların özellikle içtimaî yönleri, takındıkları toplumsal tavırlar ve örgütlenme davranışları, insan için muazzam bir örnektir.
Bediüzzaman, beşerin başlangıcından bu yana geçirdiği devirlerden bahsederkenen kâmil devir olarak malikiyet ve serbestiyet devrini söyler. İnsanlığın aşama aşama geldiği bu süreç aslında beşeriyetin her bir ferdinin yaşadığı toplumda huzuru bulacağı son noktadır. İnsanlık bireysel yaşamdan birlikte yaşama doğru adım atmıştır. Ancak bu birlikte yaşam aynı zamanda çok fazla zulmü, emek hırsızlığını ve adaletsizliği de doğurmuştur. Bu durum İslam’ın gönderilişi ile değişmiştir. İslamiyet, insanlığın üzerinde bir güneş gibi doğmuş ve getirdiği düsturlarla toplumda sadece “bazı kesimlerin” değil her ferdin hakkıyla hukukuyla, huzur ve güvenliği ile ilgilenmiş, beşeriyetin en muazzam içtimaî hayat sistemi olmuştur.
Asr-ı Saadet döneminin toplumsal hayat düsturlarını etrafımızda en çok gördüğümüz hayvan olan karıncalarda da yaşandığını bilmek gerçekten heyecan verici.
Karıncalar sosyal bağları çok kuvvetli hayvanlar ve birlikte yaşayabilen toplulukların en güzel numunelerindendir. Toplumsal sınıf farklılıkları bu hayvanlarda da var ancak bu sınıf farklılıklarını en verimli şekilde değerlendirip hem ortak huzuru yakalıyorlar hem de tek tek kendilerinin beslenme, güvenlik, üreme gibi ihtiyaçlarını karşılıyorlar.
Hatta “toplumsal mide” diye tabir edilen bir mide bölmesine sahipler. Bireyin bulduğu yiyeceğin bir kısmını bu toplumsal midede saklayıp kolonisindeki diğer biriyle paylaşmasını sağlayan bir sevk-i İlâhî mükemmel bir yardımlaşma ve zekât örneğidir. Kur’ân-ı Kerîm’de en çok emredilen toplumsal hayat düzenleyicisi olan zekât Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselamın tabiriyle bir köprüdür.
“…Zekât bir köprüdür ki, Müslüman, kardeşi olan Müslümana muavenet için ondan geçer. Zira me’mûrü’n-bih olan teavün, o vasıta iledir. Ve nev-i beşerin heyet-i içtimaiyedeki nizamın sırâtu’l-müstakîmi odur. İnsanlar içinde madde-i hayatın cereyanına rabıta odur. Terakkiyat-ı beşerdeki zehirlere tiryak odur.”(1)
Karıncalar böcek dünyasının en misafirperver hayvanlarındandır. Farklı türde diğer böceklerle de yuvasını ve besinini paylaşabilir ve hattâ o böceklerin larvalarına da bakıp besleyebilir. Diğer böcekler bazen karınca yavrularına zarar verse bile karınca bu davranışını sürdürür.
Bediüzzaman, toplumsal hayatı felç edecek ve kaosa sebep olacak iki durumdan şöyle bahsetmiştir.
“Bütün ihtilâlât ve fesadın asıl madeni ve bütün ahlâk-ı rezilenin muharrik ve menbaı, tek iki kelimedir. Birinci kelime: ‘Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne.’ İkinci kelime: ‘İstirahatim için zahmet çek; sen çalış, ben yiyeyim.’ ”(2)
Karıncalardaki bu duyarlılık, kendi türünden olmayana bile yardım etme düsturu bugün birçok yaramıza merhem olacak niteliktedir. Özellikle içinde bulunduğumuz şu dönemde mültecilere karşı olan düşmanlık ve “Benim milletimden olmayan ne durumda olursa olsun bana ne!” anlayışsızlığı için müthiş bir tiryaktır.
Yine karıncalardaki çok önemli bir içtimaî hayat düsturu “swarm intelligence” yani aslında dayanışma ve örgütlenmedir. Kollektif bir zekâ ile hayatlarını sürdürüyorlar. Tek başlarına zorlu hayat koşullarında yaşayamaz halde olan karıncalar, sürü içerisinde ortak ve güçlü bir akıl ile hayatta kalabiliyor, beslenebiliyor ve üreyebiliyor. Her ne duruma düşerlerse düşsünler bu ortak akıl ile tekrardan yeni hale uyum sağlayıp toplumsal sürdürülebilirliği sağlıyorlar.
Risale-i Nur’daki şahs-ı manevî ve uhuvvet kavramları tam da bu nokta üzerinde duruyor. “Kişilerin tek tek güçlü yanlarının iş birliğinden doğan ortak güç”. İnsan tıpkı diğer mahluklar gibi fert olarak zayıftır fakat iş birliği ve dayanışma ile büyük bir kuvvet elde edebilir.
Hatta karıncalardaki uhuvvetin bir göstergesi bir ip gibi tek tek dizilip ortak amaç için omuz omuza vermeleridir. Karıncalardaki bu hal yine bize çok muhteşem bir örnektir. Karıncalar yan yana yürümez. Her biri diğerinden bilgi alacak şekilde çizgi gibi bir haberleşme ağları vardır. Birbirilerine tevafuk ettiklerinde hem kendisinde olan bilgiyi aktarır hem de diğer kardeşini besin kaynağına yönlendirecek şekilde bir koku bırakır.
Risale-i Nur, bu hali çok veciz bir şekilde ifade eder:
“Dört kere dört ayrı ayrı olsa, on altı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi, hakikî sırr-ı ihlâs ile, on altı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i mâneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuat-ı tarihiye şehadet ediyor.”(3)
Karınca, kolonisi için yaşar. Kendisi ölse de kolonisinin devam edeceğini bilmesi onlara bir nevi hayat-ı bakiye kazandırır. Her bir fert koca bir koloniyi gaye ittihaz ettiği için o nispette değerlidir. İnsanlar için de durum aynıdır. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir. Feda edilemeyen “ene”ler yüzünden bu birliği bozmak, bu gücü kırmak; bin kişilik manevî gücün bir kişilik güce sukut etmesine sebebiyet verir.
Bediüzzaman Hazretlerinin karıncaların cumhuriyetperverliklerine iltifatının ne kadar kıymetli olduğunu yeni yeni anlıyoruz. Batı, kolektif güç ilkesini kendine rehber edindiği için terakkî etmiş durumda. Etkili bir topluluk oluşturabilmek o topluluğu oluşturan her bireyin topluluk içindeki özverisi, kardeşini düşünmesi ve kendisine düşen vazifeyi lâyıkıyla yerine getirebilmesi ile alâkalıdır.
Fakat ne zamanki istibdat bir topluluğa yerleşir, işte o zaman uhuvvet bozulur. Kişiler nefislerini öncelikli hale getirir. “Biz” anlayışı yerini “ben” anlayışına bırakır. Böyle bir atmosferde de ne ittihat kalır ne terakkî.
Mektepte ezberletilmesi gereken cumhuriyete değil, kazandırılması gereken birlikte yaşama düsturlarına ihtiyacımız var. İşin temelini halletmeden üzerine büyük bir kavram olan “cumhuriyet”i bina etmek, özümsenmemiş, sadece adı olan, hiçbir menfaat ve terakkî getirmeyen bir yönetimi beraberinde getirir. Cumhuriyeti doğru tefsir edebilmek ise hem kâinatta onu okumakla hem de insanlık için en güzel numune olan Asr-ı Saadetten dersler çıkarmakla mümkündür.
İlk yorumu siz yazın