Patlamış mısır

Medrese-i Nuriye’de kaldığım beş yılın bir kısmında liseli talebelerle akşam Risale-i Nur okumaları yapmak nasip olmuştu. Liseli kemik kadro iki kişiydi. Biz de abla olarak iki arkadaştık. Ders sonrası çay demler içerdik. Bir de bir klasik olarak mısır patlatırdık. Fatih Camii’nin arkalarındaki medresemizin küçük, penceresiz mutfağında patlattığımız mısırlar nedense hep yanardı. Ama hep. Hani böyle duman çıkıyor, bir şekilde mutfağı havalandırmaya çalışıyoruz falan… Sonra tencerenin dibinde oluşan karartıları telle çıkartmaya çalışır, sağ kalan mısırları yerdik.

Mısır patlatmak o kadar zor bir şey miydi ya? Bir bilene danışıyor, yine de yakıyordum mısırı. İnsan “Acaba bir gün gerçekten mısır patlatabilecek miyim?” diye düşünmüyor değil, ama ümidi kaybetmemek lazım.

Sonra bir gün, nasıl oldu bilmiyorum, mısırlarım yanmamaya başladı. Meğerse tüm mısırlar patlasın diye fazla bekletiyormuşum tencereyi ocakta. Diğerleri de patlasın derken, çoktan patlamış olanlar yanıyormuş. Kaç tencere mısır yakmıştım ben bu şekilde. Ne kadar basitmiş çözüm.

İlk evlendiğim zamanlar mesela, yemek yapmaya çalışırken hep elimi kesiyordum. Halbuki medresede edindiğim beş yıllık bir öğrenci işi mutfak tecrübem de vardı. Ama yok, âdeta bir spor olarak sürekli elimi kesiyordum. Hâlâ kaşık çatalların yanında duran yara bantları o zamandan kalma. Sonra nasıl oldu bilmiyorum, bir baktım elimi kesmeden yemek yapabiliyorum. Bana kalsa yine aynı şekilde yapıyorum ne yapıyorsam. Nasıl oluyor da yine aynı şeyleri yapıyorken eskisinden daha iyiye gidebiliyor o şeyler?

Kahve mesela, pişiremiyorum. Ne yapayım, bizim evimizde kahve içilmezdi. Halbuki çok basit olmalı. Suyu koy, kahveyi ekle ve ocağı yak. Yapıyorum ama köpüklü olmuyor. Herkesin de kahve pişirmesi ayrı mı olur arkadaş! Kimisi “Kahveyi karıştır” diyor, diğeri “Yok sakın karıştırma.” “Ocağın altı kısık olsun.” “Aa hayır o yanlışmış, yüksek ateşte pişir.” “Suyunu sıcak ekle” “Yok, soğuk olsun. Mümkünse buzdolabındaki suyu kullan” ilâ âhir… Şimdilik mükemmel kahveyi yapamıyor olsam da günün birinde bu işte de daha iyi olacağımı tahmin edebiliyorum artık.

Bir şeye yeni başlamak ve o yeni işteki acemilik, sonrasında farkına bile varmadan o acemiliği üzerinden atmak olayı çok garip. Önceden, başlar başlamaz bir şeyde iyi olmayı ümit ederdim fakat artık kendime başarısız olmak için izin veriyorum. Başarısızlık çok öğretici bir arkadaş, ondan korkmamak gerek. Bir de bakmışsınız mısırlar yanmamaya, kahve köpüklenmeye başlamış, elinizin ayarı oturmuş, yemekleriniz lezzetlenmiş…

Hem başlangıç ile bitişi birleştirmek, ilk yaptığı şeyi en mükemmel olarak yapmak Peygamberimize (asm) has olmalı. Ayetü’l-Kübra’da onun (asm) hak peygamber olduğuna delil olarak sayılan şu yer müthiş değil mi!

هم ديننده بولونان بتون عباداتڭ بتون أنواعنده أڭ ايلرى اولماسى و هركسدن زياده تقواده بولونماسى و اللّٰهدن قورقماسى و فوق العاده دائمى مجاهدات و دغدغه‌لر ايچنده، تام تامنه عبوديتڭ أڭ اينجه أسرارينه قدر مراعات ايتمه‌سى و هيچ كيمسه‌يى تقليد ايتميه‌رك و تام معناسيله و مبتديانه فقط أڭ مكمّل اولارق، هم إبتدا و إنتهايى برلشديره‌رك ياپماسى؛ ألبته مِثلى گورولمز و گورولمه‌مش.1

“Hiç kimseyi taklid etmeyerek ve tam manasıyla ve mübtediyane fakat en mükemmel olarak, hem ibtida ve intihayı birleştirerek yapması…”

Müthiş.

Aleyhi ve alâ âlihi’s-salavât…

Dipnotlar:
1) “Hem dininde bulunan bütün ibadatın bütün enva’ında en ileri olması ve herkesten ziyade takvada bulunması ve Allah’tan korkması ve fevkalâde daimî mücahedat ve dağdağalar içinde, tam tamına ubudiyetin en ince esrarına kadar müraat etmesi ve hiç kimseyi taklid etmeyerek ve tam manasıyla ve mübtediyane fakat en mükemmel olarak, hem ibtida ve intihayı birleştirerek yapması; elbette misli görülmez ve görülmemiş.”

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*