Kâşif

Selamun aleyküm kıymetli okuyucu. Şu anda bir sohbet ve muhabbet sayfasında olduğunuzdan, elinize bir bardak çay ya da bir fincan kahve almanızı tavsiye ederim. Zira çay da kahve de muhabbet ehlindendir, muhabbet ehliyledir.

Karşılaştığınız herhangi bir şeyde (küçük, büyük fark etmez) ya da başınıza gelen herhangi bir hâdisede sizin için bazı işaretler gizlenmiş olabileceğini düşündünüz mü hiç? Ya da bu işaretlerin, sizi hiç tahmin edemeyeceğiniz güzelliklere ulaştırabileceğini bilseydiniz ne yapardınız? Peki ya her ânın ve yaşantının sizin için farklı hazinelere açılan farklı kapılar olduğunu bilseydiniz yine de es geçer miydiniz o ânı? Ve bir de her ne yaşamışsak bir Güzel tarafından bize gönderildiğini ve sırf o Güzel hatırına yaşadığımız her şeyin güzel olduğunu akledebilseydik her şey nasıl ilerlerdi sizce?

Yahu ne çok soru sordun demeyin, zira insanlar böyle böyle kâşif oluyor benden demesi. Evet evet kâşif. Yav ne alakası var bunların kâşiflikle mâşiflikle! Var efenim var, olmaz mı! Kitabımızın asıl meselesi de bu ya zaten. KÂŞİF. Efenim bu kâşif öyle bizim bildiğimiz kâşiflerden değil. Harrbi kâşiflerden…

İşbu yazarımız birinci ağızdan anlatmış mezkûr kâşifi ve başından geçenleri. Yani kendini. İnsanın bir yolcu olduğunu (ve bir kâşif), varacağı yere giderken işaretlerin farkında olup bunları okumayı bilmesi gerektiğini vurguluyor anlatırken de.

Hayatımızın her ânının ince ince işlendiğini ve işleyen kudret elinin, her şeyi her ân teenni ile, rahmetiyle, şefkatiyle, iradesiyle ve en güzeliyle ilmek ilmek inşa ettiğini kulaklarımıza da gördürüyor, gözlerimize de işittiriyor. (Duygular yanlış telaffuz edilmedi, olduğu gibi yazıldı.) Bir yerlerde gayr-i ihtiyari okuduğumuz bir yazının ya da işittiğimiz bir ismin aslında boşu boşuna karşımıza çıkmış olamayacağını tecrübeleriyle hikâye ediyor.

Gönülden bağlandığınız, muhabbetleriyle hemhâl olduğumuz, ahirete intikal etmiş olsalar da tasarruflarının devam ettiğine inandığımız mübarek zâtların kabristan ziyaretlerinde dahi sanki dünyadalar da bizi davet etmişler ve bizler de bu davete iştirak etmişiz gibi bir hâle bürünmenin, onların yanına varmanın ve dahi vardırılmanın, hatta ve hatta orada onları vesile edip Cenab-ı Hakk’a ettiğimiz niyazların bir ihtiyaçtan hâsıl olduğunu hissedip oraya vardırana, kavuşturana elhamdülillahlar ile nidada bulunmanın kıymeti, insibâkı, insicâmı izahtan ziyade, hissettirilmiş.

Kitapta hâdiseler tasavvufî bir pencereyle, o hislerle anlatılmış olmasıyla birlikte alelade diye tasavvur edip geçiştirdiğimiz ânların, hakikatten ve hakikat sahibinden bağımsız hiçbir ân geçirmediğimizin şuuruna vardırıyor. Ve Bediüzzaman Hazretlerinin şu ifadesine de yer veriyor: “Demek en cüz’î hadisat vukua gelmeden evvel hem mukayyeddir hem yazılmıştır. Demek tesadüf yok, hâdisat başıboş gelmiyor, intizamsız değillerdir.”

İşte bu kâşif, hakikî hazinenin, bulunması ve bilinmesi ve dahi varılması gerekenin şuurunda, yol üzeri işaretlerinin bilincinde, mutmain ve şükürle hâiz bir kalple… yolculuk yapıyor. Harbi kaşiflerden demiştim 😉

Öyleyse bizim de harbi kâşiflerden olabilmemiz duasıyla diyelim. Hayırlı yolculuklar…

Altını çizdiklerim

“Durduğunuz an ancak farkına varırsınız esasta ne yaptığınızın. Suyun akmakta olduğunu fark edersiniz. Sesini duyar, serinliğini hissedersiniz, musluktan akan şeffaflığına hayran kalırsınız belki. Elinizdeki tabaktan akan köpüğün suyla süpürülüşünü izlersiniz, tabağın suyla ışımasından dolayı keyfedersiniz. Durarak, Goethe’nin: ‘Yaşadığımız her an hakkını ister.’ demesindeki gibi içinde olduğunuz her âna hakkını verir ve ânı hakkıyla hissedersiniz.”

“Her şey bizim için tasarlanmış. Boş yahut boşuna değil hiçbir şey. Mevlâ’nın tüm işi hikmetli, her işi incelikli. Bu olan benimle ilgili olamaz demek ahmaklık aslında. Gözün değdiği, kulağın duyduğu, görüş, duyuş, biliş alanımıza giren hiçbir şey öylesine değil. Hepsi nokta atışı, hepsi hikmetli ve ayarlı.”

“Anlıyorum ki, kusursuz bir örüntünün içinde olmamış hayat. Yaşanan, yaşatılan her şey mükemmel bir örüntünün birimleriymiş. Bir tek adım dahi boşa, boşuna değil. Olan her şey birbiriyle ilintili. Hepsi bir sonraki adımı destekleyici… Zira Yaradan’ın âlemi işleyiş şekli böyleymiş. Değil mi ki her şey hikmetle yaratılmış ve O’nun yaratımında boş, beyhude hiçbir şey, hiçbir ân yokmuş.”

“Ve çoktandır biliyordum ki şu koca âlem, beş duyu ile algılayıştan çok öte, beş duyu ile hissedilen çok daha ziyade. Biz beş duyuya hapsederek kendimizi esasen, sonsuz bir okyanusun içindeyken küçük bir göletin sığlığında yaşıyor, daha doğrusu yaşamaya uğraşıyor ve bu yaşama uğraşını da asıl hayat sanıyorduk. Nesneler âleminde yaşasak da içinde olduğumuz âlem bundan çok ama çok daha öte belli ki. Sadece gözle görmeye, sadece kulakla işitmeye, sadece akla göre hüküm vermeye çalışmaktan, köreltmiştir asıl görenleri, duyanları ve asıl manayı bulanları.”

Vesselam…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*