Cemaat bir ihtiyaç mıdır?

Cemaat kelimesinin kullanımı halk arasında oldukça yaygındır. Kimilerine göre bu kelime olumsuz çağrışımlar yaptırırken, kimileri için ise vazgeçilemez oluşumları ifade eder. Peki, “Cemaat ne demektir, herkes için cemaat bir ihtiyaç mıdır?” sorularının cevaplarını bu yazımızda aramaya çalışalım.

Öncelikle on dört asır geriye giderek cemaat kelimesinin o mübarek toplumda ne ifade ettiğine bir göz atalım. Cemaat kelimesi cem’ masdarından türemiş Arapça bir isim olup toplamak, bir araya getirmek anlamına gelir. Sözlükte insan topluluğu anlamını da ifade eder. Kur’ân-ı Kerîm’de bu kelimeyi içeren ayet-i kerîmede özellikle Müslümanların bir topluluk olması gerektiği üzerinde durulduğu görülmektedir: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanıp ayrılmayın.” (Âl-i İmran 3/103) Rasulullah ise toplulukta rahmetin olduğunu, ayrılıkta ise azabın bulunduğunu ifade etmiştir. (Münâvî, III, 470) Diğer bir hadisi şerifte ise; “Şeytan insanın kurdudur. Tıpkı sürüden ayrılan koyunu kapan kurt gibi. Sakın gruplara bölünmeyin. Cemaatten, topluluklardan ve mescitlerden ayrılmayın!” (Ahmed, II, 400) buyurarak cemaat olmanın, Müslümanların bir arada olmasının önemine dikkat çekmiştir. Rasulullah (asm) zamanında cemaatin müslüman topluluğu ifade ettiği görülmektedir. Meşhur yetmiş üç fırka hadisi de asr-ı saadette cemaat kelimesinin kullanım yerini göstermesi açısından önemlidir: “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka cennette ve yetmiş iki fırka ateştedir.” “Ya Rasulullah! Cennete olan kimlerdir?” diye sorulduğunda, Rasulullah: “Cemaat” diye cevap vermiştir. (İbni Mâce, Kitâbul’Fiten, 17) Buradaki cemaat ifadesini ümmetin çoğunluğunu oluşturan grup olarak anlamak mümkündür.

İslâmiyet’te pek çok ibadetin cemaatle yapılmasının teşvik edilmesi (emredilmesi) aslında bu durumun birlik ve beraberliği teessüs ettirmesindeki rolünden kaynaklanır. Günlük beş vakit namazın cemaatle kılınmasının bireysel kılmaya oranla sevabının daha yüksek olması, cuma ve bayram namazlarının tek başına kılınmıyor oluşu buna örnek olarak verilebilir. Peygamber Efendimiz aleyhissalâtü vesselam vefatı yaklaşıp hasta olduğunda bile cemaati bırakmamış, cemaatle namaz kılmıştır. Savaş esnasında düşmana karşı savaşırken bile cemaatle namaz terk edilmemiş, “korku namazı” adıyla askerler ikiye bölünüp o şekilde namazlarını eda etmişlerdir. Bu gibi örnekler cemaat kavramının, bir arada olmaklığın önemini ortaya koymaktadır. Nitekim Rasulullah (asm) “Allah’ın rahmet ve kudret eli cemaat üzerindedir.” (Tirmizî, Fiten, 7) buyurarak Müslümanların bir arada olmasının rahmetin gelmesine vesile olacağını ifade etmektedir.

Asr-ı saadetteki cemaat kavramı “Kur’ân ve sünnet ışığında Müslümanların bir arada olması” olarak anlaşılırken, o asırdan gide gele bu asra yaklaştıkça farklı anlayışların ortaya çıktığı görülmektedir. Müslümanların sayıları arttıkça, yaşadıkları yer, toplumsal şartlar değiştikçe farklı tarzları benimseyerek gruplar oluşturmuşlardır. Cenab-ı Hak’ka vasıl olmak için pek çok farklı tarik takip edilebilir. Nitekim Mesnevî-i Nuriye’de izah edildiği gibi; Allah’a giden yollar yaratılmışların nefesleri sayısıncadır. Müslümanlar çeşitli ortak noktalar belirleyerek pek çok ayrı grup etrafında bir araya gelmiş, Cenab-ı Hak’ka ulaşmak için farklı yollardan gitmek istemişlerdir. Fakat bu yolların uzunluğu, kısalığı, güvenilirliği ya da tehlikeleri farklı farklı olabilmektedir.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri günümüzde eskiden daha farklı bir yaşam tarzı olduğunu ifade ederek zamanın cemaat zamanı olduğuna dikkat çekmektedir. Eskiden tahribatın bir yerden geldiğinden, şimdi ise cemaat suretiyle bir hücum olduğundan bahsederek ancak cemaatin oluşturduğu manevî şahsın buna mukabele edeceğini açık bir şekilde söylemektedir: “Bu zaman cemaat zamanıdır. Ferdi şahısların dehası ne kadar da harika da olsalar cemaatin şahs-ı manevîsinden gelen dehasına karşı mağlup düşebilir.” (Emirdağ Lahikası) Fertlerin, dâhi de olsalar cemaatin ferd-i manevîsi karşısında sivrisinek kadar kalacağını ifade etmektedir. (Sünûhat) Çünkü fertlerin iyiliği de fenalığı da sınırlıdır, cemaatin ise sınırsızdır. İhlas risalesindeki anlatımda görüldüğü üzere dört kere dört ayrı ayrı olsa on altı kıymeti olur, ancak ittihat edip bir çizgide omuz omuza gelseler o vakit dört bin dört yüz kırk dört kıymetinde olurlar. Esasen cemaatin ruhunu oluşturan şey, ayrı ayrı olan fertlerin bir çizgide omuz omuza verebilmesidir. Cemaatlerin şahs-ı manevîsi de bu şekilde oluşmaktadır. İnsanın üzerine biner günahın cemaat suretinde geldiğini düşünürsek mukabelenin de yine aynı şekilde cemaat suretinde olması gerekmektedir. Bir insanın bu nevi tahribata karşı tek başına mukabele edemeyeceği açıktır. Kastamonu Lahikası’nda, bu günahlara karşı ancak iştirak-ı amal-i uhreviye kanunuyla, ihlasla, kardeşleri adedince diller ile yapılan istiğfarla mukabele edebileceği ifade edilmektir.

Bir cemaate dâhil olunduğunda orada cemaatin diğer mensuplarıyla bir şahs-ı manevî oluşturulur. Bu şahs-ı manevî kişiye iyilik yapma, hayırlı işlerle uğraşma konusunda bir dayanak noktası oluşturmaktadır. Dâhil olduğu halkaya mensup kişilerin aldığı sevaplara ortak olarak, yapılan istiğfarlardan da hissedar olur. Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz gibi kişilerin iyilik yapma kapasitesi sınırlıdır. Ancak cemaatin diğer ferlerinin yaptıklarından hissedar olması, kısa bir ömrü uzun ve sevaplı bir hâle getirebilir.

Asrımızın kendine çeken lehviyat, hevesat ve cazibedar fitnelerine karşı kalkanlardan birinin de Allah’a ulaştıran hakikatdar cemaatler olduğunu açıkça ifade edebiliriz. Kişilerin dünya bağımlılığını azaltan, bir noktada hayırda koşma konusunda içsel motivasyonunu sağlayan, cemaat kardeşliği, cemaat birlikteliğidir. Bir yazarın da söylediği gibi; “insan en çok vakit geçirdiği beş kişinin ortalamasıdır.” Etrafımızda kimler var, kimlerle birlikteyiz bunlar insanın aldığı şekli belirlemektedir. Belki bu yüzden İslâmiyet; cemaat olmaya ayrışmamaya önem verilmesini emretmektedir. Kişi tek başına yapmakta zorlandığı sorumluluklarını, ibadetlerini; şahs-ı manevînin oluşturduğu gücü arkasında hissederek, lümme-i şeytaniyeden gelen sesi kısıp rahatlıkla yapabilir.

Elhasıl tek başına ahireti kazanmanın güç olduğu, zor olduğu bir asırda yaşıyoruz. Kendimizi, Allah’a ulaştıran bir şahs-ı manevînin kollarına bırakarak zorlukları kolaylığa çevirebiliriz. Tabiî şahs-ı manevîden istifade etmek de bizim gayret ve çabalarımıza bakıyor.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*