İttihad-ı İslâm’a giden yollar nasıl kesişir?

“İttihad-ı İslâma giden yolda çok önemli unsurlar olan cemaatler ve tarikatlar arasında yeterince irtibat var mı? Gerektiğinde bir araya gelip maksatta ittihad edebiliyorlar mı? Ne gibi eksikleri vardır? Bunun için neler yapılabilir?”

Burada Herkese Görev Vardır

İttihad-ı İslâm; İslâm’ın tealisi için, İslâm ümmetinin terakkisi için, dünyanın sulh ve sükunete kavuşması için önemli bir kazanımdır, bir neticedir, bir mükafattır, bir sonuçtur. Ancak kendi kendine gelecek bir müjde değildir.

Evet bu müjdede fertlerin, şahısların, şahs-ı manevîlerin, cemaatlerin, cemiyetlerin, tarikatların, toplulukların, toplumların, milletlerin her birinin kendi riyasetinde önemli görevleri vardır ve her bir parçaya düşen görev büyüktür.

Hiçbir müjde durduk yere gelmez. Hiçbir netice durduk yere alınmaz. Hiçbir kazanım durduk yere kazanılmaz. Bu sofrada herkese ekmek vardır. Herkese ağırlığı nispetince ekmek düşer. Her parçaya düşen sevap miktarı da bu oranda olacaktır şüphesiz.

Yürek İster, Bilek İster

Ancak bu netice, ne şahısların, ne cemaatlerin negatif durumlarını halletmeden kazanacakları bir netice de değildir.

Evet, ağır bir yüktür, büyük bir sorumluluktur, devasa bir görevdir, muazzam bir vazifedir. Bu yükü, bu sorumluluğu, bu görevi, bu vazifeyi kaldırmaya güç ister, yürek ister, kuvvet ister, bilek ister.

İrade ister diyeceğim ama diyemiyorum. İradeyle olmuyor sadece. İrade dua etmeye yetiyor şimdilik. Ama irade de ne kadar var? Onu bilmek de kolay değil. İrade olsa bile sadece dua edecektir şu aşamada. Dua da etmiyorsak, daha çok işimiz var demektir.

Âlem-i İslâm’da herkes kendi dertleriyle boğuşadursun, ekonomisiyle, teknolojisiyle, iktisadıyla, düşmanlarıyla, terörüyle, zındıka komiteleriyle başını kaldıramayacak derecede işi veya engeli bulunsun. Hemen herkesin Müslüman olmayan ülkelerden birer ağabeyi, birer babası, birer sığındığı melcei olsun da… İttihad-ı İslâm’ı düşünsün. Âlem-i İslâm’ın şu yapısıyla uzak bir hedef gibi gözüküyor.

Herkes Dilsiz Gibi Susarken

İran’dan dayak yiyen Yemen, ittihad-ı İslâm’ı nasıl düşünecek? Bir Müslüman kardeşi olan Yemen ile arasındaki husumeti çözemeyen, işi Allah’tan korkmadan mezhep kavgalarına döken İran, ittihad-ı İslâm’ı düşünüyor mu? Böyle husumetlerden ne kadarı var aramızda Müslümanlarla? Müslüman, Müslüman ile ne kadar iyidir?

Kitaplarında kardeşliği emrederken, aralarındaki soğukluğu, siyasî uyuşmazlıkları, husumeti, hatta düşmanlıkları aşamayan Müslüman ülkeler ittihad-ı İslâm’a ne kadar yakındır?

İsrail tarafından ölümüne dayak yiyen Filistin’de bunu düşünecek hal var mı? Ya Filistin’e destek vermeyen, veremeyen, yarasına merhem süremeyen, Netanyahu’nun “Susunuz!” emrine biat eden Müslüman ülkelere ne diyeceğiz?

Herkes dilsiz şeytan gibi susarken, Güney Afrika’nın tek başına İsrail’i şikâyet etmesi ibretli bir durum değil mi?

Bugün Müslümanlar Sürgün Durumdalar

Bugün Müslümanlar gerek kendi ülkelerinde gerek yaban ellerde sürgün durumdalar. Bir Doğu Türkistan’ın derdine Müslüman Ülkelerden kim merhem sürebildi? Bir Arakan halkı acaba nerelerde bugün? Bir kısmı Rohingya’da neler yaşıyorlar? Bir kısmı Bhasan Char adasında ne yerler, ne içerler, nasıl yaşarlar, ne ihtiyaçları vardır; kim soruyor? Kim ilgileniyor? Kim merhem oluyor?

Ülkesinde yaşayan Müslümanlar gerçekten vatanlarında mı yaşıyorlar? Yoksa sefih bir medeniyetin izini mi takip ediyorlar? Müslümanlar arasını kirleten kin, nefret, husumet, düşmanlık, adavet, istibdat, kavga, kürek, terör, sefahet, rezil medeniyet, felsefe ne olacak?

Bütün bu problemler varken ve devam ederken, zındıka komiteleri Müslümanlar aleyhinde şeytanı şaşırtan projelerle devrede iken… İttihad-ı İslâm mı dediniz?

Altı Hastalıktan Arındık mı?

Evet ittihad-ı İslâm gerçekleşir inşallah. Ama bizler Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin 113 sene önce Şam’da saydığı altı hastalıktan arınmamız şartıyla… Maalesef aynı hastalıkların sürdüğünü görmekteyiz.

Bu devasa hastalıkların esasen bütün cemaatlerin ve tarikatların ana gündemi olması lazım. Ama maalesef bu konuda da bir ışık yok!

Bu altı hastalık ne idi, hatırlayalım. Bediüzzaman diyordu ki:

“Ben bu zaman ve zeminde, beşerin hayat-ı içtimaiye medresesinde ders aldım ve bildim ki: Ecnebîler, Avrupalılar terakkide istikbale uçmalarıyla beraber; bizi maddî cihette kurun-u vustâda durduran ve tevkif eden, altı tane hastalıktır. O hastalıklar da bunlardır:

Birincisi: Ye’sin, ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.

İkincisi: Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi.

Üçüncüsü: Adâvete muhabbet.

Dördüncüsü: Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.

Beşincisi: Çeşit çeşit sarî hastalıklar gibi intişar eden istibdat.

Altıncısı: Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek.”1

Uhrevî Sorumluluğumuz Var

Bu hastalıkları maalesef İslâm ümmeti bugün hâlâ aşabilmiş değil. O halde cemaatlerin, tarikatların, insanların, Müslümanların, dinî duyarlılığı yüksek olanların bugün öncelikli vazifeleri, bu manevî engelleri aşmak olacaktır. Bunları aşmak, dünyadan geçtim, öncelikli olarak uhrevî bir sorumluluktur. Yarın Allah bunların her birini her bir Müslüman’a sormayacak mıdır mahşerde? “Neden doğru dürüst olmadın? Neden yalan söyledin? Müslüman’a neden düşmanlık ettin?” Bu sorular bir Müslüman’ı tökezleten sorular değil midir?

Bu sorular öylece yerinde dururken, biz daha uzak bir hedeften bahsediyoruz. İttihad-ı İslâm hedefinden. Ancak kanaatimce cemaatlerin ve tarikatların bugün hala öncelikli işleri yukarıdaki benzer soruları aşmak olmalıdır.

Güneş Batıdan Doğacaktır

İslâm’a geçişlerin yükseldiği bir zaman diliminden geçiyoruz. İttihad-ı İslâm kavramı, zamanımızda bir evrensel kavrama dönüşmüştür. Buna dünya barışının da şiddetle ihtiyacı vardır.

Adalet, hürriyet, barış, insan hakları, kadın hakları, çalışkan ve üretken olmak, temiz olmak, merhamet, doğruluk, dürüstlük gibi İslâm’ın içtimaî prensiplerinin temelinde bir Avrupa Birliği’nin kurulmuş olması ümitlerimizi yeşertiyor.

Öte yandan İkinci Avrupa’da ifadesini bulan Roma medeniyeti ile “İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden birinci Avrupa”nın2 medeniyet bazında çarpışmalarının ayyuka çıktığı günlerden geçiyoruz. Korona döneminde, dünyayı ateşe atan hırs ile insanlara hizmet eden medeniyet anlayışları açık bir sınav vermişlerdir. Bugün İsrail savaşında da Roma medeniyeti hortlamıştır. Ölüm kusuyor. Devletler Roma felsefesinin ukalalığıyla savaşa ve ölüme ses çıkarmazlarken, halklar devletlerin bu hunharlığını sorguluyor, kabul etmiyor, hakkı savunuyor, ölümlerin durmasını istiyor.

Roma medeniyetinin karşısında, İslâmiyet dininin, birinci Avrupa’nın medeniyet müktesebatına sahip çıkması ve daha orijinal bir kimliğe oturtmasıyla oluşan büyük güç ümit ederim ki ittihad-ı İslâm manasıyla (adı belki böyle olmasa da) inşallah ortaya çıkacaktır.

Cemaat ve tarikatlar ellerindeki altın, pırlanta ve elmas değerlerin farkına varıncaya kadar, inşallah, güneş batıdan doğacaktır diye ümit ediyorum.

Hiç şüphesiz işin farkında olan Risale-i Nur cemaatleri bu konuda aktif ve fıtrî olarak görevdedirler.

Dipnotlar:
1) Eski Said Dönemi Eserleri, Hutbe-i Şamiye, s. 238.
2) Lem’alar, s. 209.
Avatar photo
Süleyman Kösmene hakkında 13 makale
1963 Mersin Gülnar doğumlu olan Süleyman Kösmene, ilköğrenimini doğduğu köy olan Yarmasu köyünde yaptı. 1981 Mersin İmam-Hatip Lisesi; 1986 Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. Milli Eğitimin çeşitli kademelerinde öğretmenlik ve idarecilik yaptı. Yeni Asya Gazetesi Fıkıh Günlüğü köşesinde günlük yazılar yazmakta olan yazarımız, İstanbul’da yayın yapan Bizim Radyo’da ve EuroNur.tv’de programlar yapmaktadır. Evli ve üç çocuk babasıdır.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*