Okuyalım bu hayatı!

Kızılca damarı!..

Karadenizliden daha sert, daha çetin diyor eşim bir Karadenizli olarak. Bir kere Kızılca’yı görmüş olmasının dışında bir sorun yok tabi.

Babaannemi daha önce yazıma konuk etmiştim, “Yılanı severim, sıçanı da severim. Bi sümüklü böcekten haz etmen a yavrım” diye hatta.

Bağırma nedir bilin mi? Ebemin birini çağırmak istemesi demektir.

Onu duymadıysan kimseye “Ne kadar bağırdın be!” deme…

Mezardakini kaldırmak istercesine bağırır ebem:

-A Sabahattiiinnnn

-A Musaaaaa

“Çağırmak içinmiş” görünümlü rahatlama seansıydı belki de bağırmak. Eskinin eziyet yaşantısı içerisinde yaşayabildiği tek özgürlük.

Birine gidip “Sana kızdım, gönül koydum” denmiyormuş ki eskiden.

Duygu mu, o da ne? diyen bir hayat belki de.

Konuşarak anlaşmayı hiç görmediklerinden belki de küslükler, onunla anlaşamadıysa başka çaresi yok gibilerinden..

Sahi kimse sormuyor eskiden evlenirken “İster misin?” diye, bir ömrü birlikte harcayacağı kişiyi nikâhta görenler var.

Bu zamandaki aklım almıyor şu yukarda yazdığım son cümleyi, eski toprakları üzmemek adına “Nutkum tutuluyor düşününce” demiyorum hadi.

“Ebeveyn olmaya hazır mıyız?”ın harfleri bile tanınmıyor tabi o zamanlar..

Eskiden duygu ne kadar yoksa artık bir o kadar var.

Eskiden ne kadar kabulleniş varsa artık bir o kadar isyan.

Bir tefrit bin ifratı doğurmuş gibi..

Denge bayağıdır yok sanki insanoğlunda.

Eskiden okumuş bilgili insanların aileleri kurtulurmuş, o gözle bakarmış herkes. “Onlar iyi, onlardan zarar gelmez” fısıltıları mesleğine, okul okumasına dayanırmış.

Belki de o yüzden okumaya takıntılı dedelerimiz. Önce ahlâklı olsun, önce insan olsun diyoruz ya şimdi. Eskiden okuyanlar toplumda öyle ayrışmışlar belli ki dedelerimiz, ninelerimiz “Hele bir okula girsin de” derdindeymiş.

Belki de aynıydı derdimiz; insan olmak…

İki kuşağı görebildiğim için şanslı sayıyorum kendimi.

İki kuşak okuyabiliyorsam şu an bir çok kitaba bedel.

Hayatı okumak en büyük okul gerçekten.

Mezuniyeti ölmek olan…

Gözlerimizden zahiren gözlüğünü çıkarınca hep başka anlamlar dolu olduğunu görebiliyoruz aslında.

Ama o gözlüklerle yorum yapmaya bayıldığımız da bir gerçek.

Hatta sonrasında “Amaan bizene canım! Herkesin hayatı, yaptıkları kendine” demek de adetten.

Konuşacak herşey bittikten sonra da “Boş verin konuşmayın, günaha girmeyelim” demek işin raconu zaten.

Sahi hayatı okumak derdinde olmadan zahiren gözlüklerimizle laylaylom izlerken etrafı, çatır çatır yorumlarken, ölümle kayıp giden gözlüğümüzle aydınlanan etraf ve biz: “Neee o yüzden mi öyleymiş, ayy o aslında bunun için miymiş?” yaparken ikinci şok! “O gözlükleri hayatı okumak isteseydiniz çıkarabilirdiniz, ufak bir irade gerekirdi” bilgisi. Olmayan yerin dibine girme olayı ve sonra ikinci aydınlanış; “Burada yerin dibi yok kanka, herşey gün yüzünde. Kesin bilgi, yayalım”

Ebemle girmiştik lafa.

Ben diyeyim rahatlatan, siz deyin çağıran o bağırmasıyla..

Biz eskilere, eskiler bize şaşırıp dururken bırakalım atışmaları.

Gözlükleri atalım da bakalım.

O eskiden neden öyle yaptı?

Bu şimdi neden böyle?

Yargılamadan, anlamak istercesine…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*