Sebepleri zorlamak

Yeni Asya Neşriyat’tan taze çıkan “Bekir Berk’le Unutulmaz Hatıralar” kitabını elime alıp, bir kısmını okumak nasip oldu. Hatırat okumayı severiz, bilenler bilir. Bu hatıralardan birisi ve peşi sıra gelişen olaylar köşemizin bu ayki misafiri olacak. Hazırsanız buyurun efendim:

Bekir Berk, kitabın arka kapağında da yazdığı üzere “1950’den 1973’e kadar Nur Risaleleri için açılan davalarda yaptığı müdafaalarla sayısı binlerle ifade edilen beraat kararının alınmasını sağlayan efsane bir avukat.”

İşte bu ağabeyimiz, hayatının son döneminde gırtlak kanserine yakalanmış.Tedavi için gittiği Londra’da kendisine hizmet eden, o zaman genç bir akademisyen olan Prof. Nizami Aktürk, Bekir Berk’le ilgili şöyle bir hatırasını aktarıyor:

“Bir gün akşam vaktiydi. Herhalde saat 22.00 gibiydi. Bekir Ağabey bizden bir şey almamız talebinde bulundu. Biz de kendisine ‘Ağabey bu şu anda bulunamaz, Londra’da dükkanlar kapalıdır, yarın inşaallah alalım’ dedik. Çok sinirlendi ‘Kardeşim, sizler hiç teşebbüs etmeden hemen yok diyorsunuz. Çıkın arayın, bulamazsanız ondan sonra yok deyin’ dedi. Bunun üzerine bizler arabaya binerek dükkân dükkân dolaşmaya başladık, fakat bütün dükkânlar kapalıydı. Sonra Heathrow Havalimanı’ndaki dükkânların açık olabileceği aklımıza geldi, bir de oraya bakalım diye gittik. Evet dükkanlar açıktı, Bekir Ağabeyin istediği şeyi alıp geri döndük. Saat gece yarısını bulmuştu. Bizleri yanına oturttu ve tatlı tatlı anlatmaya başladı:

‘Kardeşim, Üstad Hazretleri Kosturma’da hapis tutulurken cuma günleri vakit girdiğinde abdestini alıyor, düzgün kıyafet giyip etrafı çevreleyen çitlerin kapısına kadar gidiyor, kapının kapalı olduğunu gördükten sonra cuma namazı yerine öğlen namazını eda ediyordu. Yani son raddeye kadar zorlamadan ‘Nasıl olsa kapı kapalıdır’ diye hemen öğle namazını eda etmiyordu. Sebepleri sonuna kadar zorluyordu. Eğer ben sizin gibi davransaydım hiçbir davaya yetişemez, davada müdafaamı yapamazdım. Bizler sebepleri sonuna kadar zorlamakla mükellefiz’ dedi.”1

Fesubhanallah, bu hatıra benim çok hoşuma gitti. Bir şeyden “Yav zaten yetişmez” diyerek vazgeçecek olduğumda vazgeçemiyorum artık. Çünkü, ya yetişirse?

İşte İstanbul hanımlarının düzenlediği “Aile Seminerleri”nin üçüncüsünün yapılacağı pazar günü de böyle oldu. O gün kardeşimle kahvaltı yaparken aklımda seminere katılmak yoktu hiç. Karşı yakada oturuyorum çünkü. Bir buçuk-iki saatlik bir mesafe var arada. Git gel, çeşitli zorluklar gözümde büyümüştü. Hem program online olarak yayınlanacaktı. Benim de “link açma”2 gibi bir vazifem var.

Ama programı da merak ediyorum, hem ahretlik denilen kısmından bir arkadaşım da programa katılacaktı. Neyse, programa katılma niyetinde olmadığım için laylaylom kahvaltımızı ettik. Neden sonra, birden “Şimdi gitmezsem bir daha ne zaman gideceğim?!” fikriyle yerimden fırladım. Saat 12.00 civarındaydı. Program 13.30’da başlıyor ve ben hazırlanmaya yeni başlıyorum. Yetişemeyecek gibiyim, hem metrolarda internet çekmez. Bilgisayarımı açıp link atabilecek miyim? Ben atamazsam vazife kime kalacak? Tüm bu cevapsız sorulara aldırmadan koşturmaya başladım. Biz sebepleri zorlayalım da…

İki araçla Yenikapı’ya vardığımda telefonum çalıyor; “Canım, linki atabiliyor musun?” Allahu Ekber, programın başlamasına 15 dakika kalmış. Marmaray’a aktarma yapılacak yerde bir köşeye çekilip bilgisayarımı açıyor, telefonumun internetiyle programı açıyorum. Tam linki atacağım, bilgisayar kapanıyor. Bir daha aç, dene. Yok, yine bilgisayar kapanıyor.

Belki şarja taksam bilgisayar kendine gelir. Çevreye bakınıyorum, hiç tabela yok. Bereket versin ki, orta yaşlı bir abla “Ben de mescit arıyorum” diyor. Ben bir taraftan bilgisayarı kurcalarken, âdeta bana mescidi buldurmak için vazifeliymiş gibi, gerekli kişilere soran ablayla mescide doğru ilerliyoruz. Mescide giriyorum, piriz yok! Artık programın başlaması lazım ve ben ne seminere yetişebildim ne de linki açabildim. Hasbunallah. Ya Rabb, hizmet senin hizmetin. Bilgisayarım niçin açılmıyor acaba?

Hemen bir-iki arama yapıyorum, hamd olsun internet erişimi olan başka bir abla vazifeyi devralıyor. Ben kısmen rahat, kısmen içimdeki sıkıntıyla Marmaray’a biniyorum. İki durak sonra metroya aktarma yaptığımdaysa Cevşen okuyayım bari, diyorum. İçimdeki tuhaf sıkıntının geçmesine hayırlı bir vesile olur belki.

İlk olarak İslâm Yaşar ağabeyden duymuştum, Cevşen okurken ukdelerin tamamını bitiremeyecek olursak on dokuz ve katlarında durmakta fayda varmış. Okumaya başladım, on dokuz ukdeye tamamlayamadan ineceğim durağa geldim. Yine de okumaya devam etmek istedim, yürüyen merdivende de bitmedi. Dışarı çıktım. Elimde telefona bakarak çok yürümüşlüğüm var, bu sefer Cevşenime bakarak yürüyorum. Tam yolun karşısına geçtim, dershanenin sokağına girdim. Cevşen bitti, başımı kaldırdım. Ahretlik dediğim arkadaşım tam dershanenin önünde, arabadan inmek üzere.

Eveet. Bilgisayarın niçin açılmadığı anlaşıldı. Aslında her şey tam vaktinde, olması gerektiği gibi olmuş. Ben tam zamanında yola çıkmış, prizi olmayan mescide tam vaktinde girmişim. Yürüyen merdivenler ve sokağa girişim hep hesaplıymış. Bunca ihtimal içerisinde okuduğum duanın tam bitmesi vaktinde dershaneye gelişim ve bina önünde arkadaşımla denk gelmem rastlantı yahut kör tesadüf olabilir mi?

Biz vazifemizi yaptık, yola çıktık. Vardıran Cenab-ı Hakk. Sebepleri zorlayın efendim, bu fırsat bir daha ele geçmeyebilir.

Dipnotlar:
1) Muhammed Nur Sungur, Bekir Berk’le Unutulmaz Hatıralar, s. 80-81.
2) Yani Zoom programı üzerinden seminerin takip edilebilmesi için gerekli linki açma ve atma. Modern zaman cemaat içi vazifelerinden…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*