Bediüzzaman Sözler adlı eserinde sanatın da doğru sözünü yakalar: “Malûmdur ki, mevzun ve muntazam ve mükemmel ve güzel san’atlar, gayet güzel bir programa istinad eder. Mükemmel ve güzel bir program ise, mükemmel ve güzel bir ilme ve güzel bir zihne ve güzel bir kabiliyet-i ruhiyeye delâlet eder. Demek, ruhun mânevî güzelliğidir ki, ilim vasıtasıyla san’atında tezahür ediyor.” (32. Söz)
Tersinden bakarak da, ‘Şehrin manzarasında gökdelen minareyi eziyorsa’ diyor Gai Eaton, ‘orada maddiyat maneviyata galip gelmiş demektir’. Buna örnek olarak, eski şiirimizdeki ya da mesnevîlerde anlatılan saray hayatlarındaki işret meclisleri gibi tasvirlerde, şeriatla edeb arasındaki ya da emr-i İlahî ile gelenek ve töreler arasında yükselti ve alçaltıları görmek mümkün olabiliyor. Dolayısıyla biz insanın ve insanların ruhlarını, her şekilde sanatlarında tezahür etmiş olarak görebilmekteyiz.
İnsan ruhunu sıkıştıran, sanatındaki kendi iradesine bağlı olarak programı, ilmî, zihnî ve ruhunun kabiliyetidir.
Zaman kısıtlaması ve mekân kısıtlaması (ceviz kabuğu) insan ruhunu sıkıştırır, zihni dondurur ve soyut düşünceyi keser ya da atar.
S.G Gottsched bir yazısında oyun yazarlarının Aristoteles’in öngördüğü tiyatroda mekân, zaman ve olay birliğine uymalarını şart koşuyor. Goethe bu kurallara isyan ederek: “Mekânda birlik acımasızca bir hapishaneye tıkılmak gibidir, zaman ve olayda birlik ise, düş gücümüze vurulmuş ağır ve sıkıcı prangadır” diyor. (Burke)
Eşyaya “mânâ-i harfî ile bakmak, mânâ-i ismî görmek” Bediüzzaman’ın sanattaki zihin prangalarını açar, işleyişinin programını oluşturur. Bu, aslında küçük resimden büyük resme (birden bine) doğru yol alacak bir çalışmayı içerir.
Sanat umumen buradaki bakıştadır. Her bakışın iki yönü vardır, mânâ-i harfî ve mânâ-i ismî; bu ikisi her bakış için sıralı ikiler oluşturacak şekilde bağlı mânâlardır. Bunlar da aşağıdan yukarıya yükselerek devam eder. Cam ayna; ayna suret, suret şahıs, şahıs isim, isim sıfat, sıfat şuunat, şuunat ve zat ikilileri gibi…
Bunların doğru yere yerleştirilmesi (nazm-ı maanî) zorunludur. Doğru ve tam yerinde gerçekleşmesi belâgati netice verecektir. Belâgat sanatın her türünde ve insanın tavırlarında karşılıkları bulunan bir alandır.
Aksi, neyi netice verir? Birincisi suretperestlik, ikincisi mecazı hakikat zannetmek; ya da diğer bir netice, mecazı reddetme… Bunu evrensel boyutta şöyle görebiliriz: Biri sanatı görüp Sânii görmeyerek tabiatperestlikte donmak… İkincisi, Sânii görüp sanatı görmeyerek istihsan etmekten (tad ve zevk) geri durmak…
Bir mü’min için nimetten in’ama, eserden sanata başlayan tad ve zevk, îmânın hüsn-ü münezzeh ve hüsn-ü mücerred bostanında cilveleşen yüksek ruhların neş’esine dönüşerek lezzet-i mukaddese bir şükür olarak “barekallah”,”maşallah”, sübhanallah” gibi hitap çiçekleri açacaktır.
İlk yorumu siz yazın