NEFSİN FİRAVUNLUK CEPHESİ VE ISLAHI

Cenab-ı Hak, insana nefis ismiyle tesmiye edilen ve lezzetlerin merkezi hükmünde olan öyle bir alet vermiştir ki, yaratılış hikmetine münasip istimal etmeyen adamı vartaya yuvarlayabilir. Aslında kendisi de bir latife olan nefis, insana verilmiş olan latifelerin neredeyse tamamını kendi emri altına alabilecek bir mahiyette yaratılmıştır.

Evet, nefis dâhil olmak üzere tüm latifelerin aslî vazifesi Cenab-ı Hakk’ı tanımak için bir merdiven olmasıdır. Herbirisinin ayrı ayrı gayet mühim vazifeleri vardır. Ancak nefis, müthiş istidatlara haiz olmasına karşın sanki haylaz bir çocuktur ki, kendi haylaz olduğu gibi etrafındaki latifeleri de haylazlığa sevk etmek ister. Kendisi lezzetlerin merkezi olduğu için, aslî vazifesini unutursa o latifeleri kendi aldığı hazlara bir alet olarak istimal edebilir. Çünkü: “Nefis, Rabbisini tanımak istemiyor; firavunâne, kendi rububiyet istiyor.” 1

Nefis her zaman kendisinin hür ve serbest olmasını ister. Hatta kendisini tam hür kabul eder, öyle hareket eder. Öyle oluyor ki, sanki kendisini büyük bir saltanatın sultanı olarak görüyor. Keyfince yaşayıp keyfince yiyip içmek istiyor. Bilinmelidir ki nefis, sadece yemek ve içmekten değil her şeyden keyif almak ister. Helal-haram demeden etrafına adeta aç bir hayvan gibi saldırır. Aldığı hazzı daha da artırmak için, Rabbisini tanımak için verilmiş olan latifeleri de kendi emrinde çalıştırmak ister. Adeta kendisini vücudun kumandanı ve diğer latifeleri emrindeki askerleri olarak tahayyül edip, haram-helal demeden geçici ve ardında binler elem bırakacak olan dünyevî lezzetler uğruna, hem kendisine hem de o latifelere azap çektiren ölümcül ve gayet vahşiyane bir harbe sokar. Kimi latifeler o harbe girer girmez, kimileri de biraz mücadele ettikten sonra vefat eder. Bazı latifeler vardır ki fıtraten kuvvetli yaratılmışlardır ve Allah’ın izni dâhilinde vefat da etmez. Ancak daima azap çeker. Bediüzzaman Hazretleri bu son latifeye Latife-i Rabbaniye diye isimlendirilen latifeyi misal verir. Hâlbuki tüm hassa, alet ve latifelerin kumandanı kalptir. Olması gereken de şu olmak gerektir:

“Kalp bir kumandan gibi, letâif askerleriyle kahramanâne maksada yürüsün. Yoksa, kalp, yalnız kendini kurtarmak için askerini bırakıp tek başıyla gitmek, medar-ı iftihar değil, belki netice-i ıztırardır.” 2

Evet, kalp, nefis de dâhil olmak üzere, tüm latifelere kumandanlık etmelidir. Aksi hâlde, boşta kalan kumandanlık koltuğuna daima nefis geçer. Çünkü Bediüzzaman Hazretleri,  “Âlemin miftahı”  dediği “ene” için “Âlemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır” 3 ifadesini kullanır. Evet, buradan da anlaşılacağı üzere, nefsi düşünürken daima eneyi de beraberinde düşünmek doğru bir yaklaşım olacaktır. Zaten nefisteki firavunluk cephesi de, kendine takılı olan eneyi hakikî vazifesinden uzaklaştırıp kendi işlerine alet etmesiyle oluşmuş ve kuvvet bulmuştur.

Nefsin bu bahsettiğimiz vartalara yuvarlanmaması için yapılması gereken de aslında bellidir: “Onu terbiye etmek.” Kimileri “onu öldürmek lazımdır” dese de asrın müceddidi bunun mümkün olamayacağını belirterek, velev bu mümkün dahi olsa, nefis gibi insanı Cenab-ı Hakka götürmede mühim bir alet olabilecek bir latifeyi öldürmenin doğru olmayacağını ifade etmiştir. Zaten nefsin ne derece mühim bir alet olduğu “Nefsini bilen Rabbini bilir” hadis-i şerifi ile de kat’îdir.

Evet, nefsi terbiye etmek, yani “nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle ubudiyetini bildirmek”  mümkündür. “İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur kırar; aczini, zaafını, fakrını gösterir, abd olduğunu bildirir.” 4 Ve nihayet nefsin bir cihetini terbiye eder. Zira, aç kalan nefsin başı döner, sendeler ve sesi de kısılır. Emri altına aldığı latifelere sesini duyuramamaya ve söz geçirememeye başlar. Nihayet hepsinin hâkimiyetini teker teker kaybeder ve kendisi ile birlikte tüm latifeler kalbin emri altına girerek tekrar aslî vazifelerine yani Cenab-ı Hakk’ı tanımada birer merdiven olma vazifelerine geri dönerler.

Elhasıl, “Ben neyim, sen nesin?” sualine  “Ene Ene, Ente Ente”  diye cevap vererek Rabbisini tanımak istemeyen firavunlaşmış olan nefis, Ramazan-ı Şerifteki oruç vasıtasıyla aç kalınca “Ente Rabbiyer-Rahîm, ve ene abdükel-âciz.” makamına çıkar, gayet mühim ve faideli bir alet olur.

 

 

Akif Arslan
matemakif@hotmail.com

 

Dipnotlar:
1- Mektubat/29.Mektup/Ramazan Risalesi/9.Nükte
2- Sözler/27.Söz
3- Sözler/30.Söz
4- Sözler/30.Söz

 

 

 

 

 

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*