ORUCUN MADDESİ, ORUCUN MÂNÂSI

İşbu yazı Ramazan Risalesi’nde bahsedilen, Ramazan orucunun kişin hem kendi hem de toplum hayatına olan faydaları üzerine bir tefekkür denemesidir.

Bu yazıyı yazmak için Ramazan Risalesi’ni uzun zaman sonra tekrar okurken, bir kaç zerre tefekkür düştü zihnime. Her ibadet birbirinden farklı işlevlere sahip, her biri insanı ayrı bir noktadan yakalıyor, başka bir yere taşıyor. Okuduğum bölüm itibariyle, her konunun insanın iç dünyasına ve kişiler arası dinamiklere bakan yönü dikkatimi çektiğinden, bahsi geçen nükteleri seçtim, üzerine tefekkür etmek için.

Her ne kadar birbirlerinin zıddı gibi dursalar da, madde ile mânâ, birbirine çok kuvvetli bağlarla bağlı ve birbirlerinden çok etkileniyorlar. Var olmaları cihetiyle madde ile mânâyı birbirinden tam olarak ayırmak pek de mümkün görünmüyor, ikisi de mevcut, ikisi de göz ardı edilemeyecek kadar ehemmiyetli ve ikisi de çok kuvvetli bağlarla birbirlerine bağlılar. Oruç ibadetine baktığımda, bu bağ çok daha görünür bir hâle geliyor, çünkü diğer ibadetlere kıyasla bedenle en çok bağı olan ibadet oruç. Bedene bindirdiği yük çok daha fazla, oruç esnasında beden, fasılasız bir şekilde uzun süre ibadetin etkisi altında. Böyle olunca da aradaki bağın etkisi de daha görünür oluyor elbette. Oruçla birlikte bedende kısa sürede hızla bir takım fizyolojik değişimler gerçekleşiyor. Beden, yeni bir günlük ritme adapte olmaya çalışıyor, her zamanki düzen bir anda tepetaklak oluyor, bu durum bedene oldukça bağlı olan ruhu ve onun hâllerini de direkt olarak etkiliyor elbette.

İşte bu kısım oldukça keyifli geliyor bana. Oruç adeta yoğunlaştırılmış terapi gibi. Şöyle ki, insan oruçtaki açlıkla bir şeyi öğreniyor; heveslerini, arzularını, sabırsızlığını nasıl dizginleyeceğini, içindeki o arsız çocuk yanıyla nasıl başa çıkacağını. Bunu tek başına öğrenmek zor, oruç gibi, Yaradanın emrine itaatle bir terapi sürecine giriyor kişi. Bedensel ihtiyaçlarını bir süreliğine kısıtlayıp nizama sokarak, düşüncelerini ve davranışlarını düzenlemeyi öğreniyor. Oruçla elimizi çekmemiz emredilen aslında bizim en temel hayatî ihtiyaçlarımız. Ne pahasına olursa olsun hayatın devamı için çalışan ve sınır konmayan kuvve-i şeheviye ve gadabiye, helal dairedeki arzularından bile mahrum ediliyor oruç esnasında. Bu mahrumiyetle birlikte, bir anda dengeler değişiyor. Normalde başa çıkılamayacak bir zorluk belki, ama işin içinde emr-i İlahî olunca, üstesinden gelmek kolaylaşıyor. Kişi helalden dahi elini çekebilince, irade kuvvetleniyor, sabır ve tahammül öğreniliyor, haramdan elini çekmek, musibete sabretmek daha kolay bir hâle geliyor. Sekizinci Nükte’de Bediüzzaman orucun bir sabır idmanı olduğundan bahsediyor ve diyor ki: “Beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilâcı da oruçtur.”

İnsan dediğimiz, dünyada izole yaşayabilen bir varlık değil ki sonuçta. Kendinde ne değişiklik olursa bunu dışarıya yansıtıyor. Bu da ilişki dinamiklerini etkiliyor. Sabrı öğrenen kişi, insan ilişkilerinde de daha sabırlı oluyor. Kendi yaşadığı zorluğun, nefsinin baskısının farkında olunca, başkalarının da nefis taşıdığını, onların da en az kendisi kadar mücadele ettiklerini fark edince, diğer insanlara karşı daha müşfik, daha anlayışlı hâle geliyor. Yani en azından beklenen bu. Böylelikle madde ile mânâ ve insan ile toplum arasındaki girift bağlar, oruçla anlam kazanıyor.

 

Melike Nursultan Üner
unermelikenursultan@gmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*