Ramazan bana haddimi bildiriyor.
Kul olduğumu daha bir hissettiriyor.
Çünkü en basit, sıradan, çoğu zaman kendime mal ettiğim, “Ben istiyorum, ben yapıyorum” dediğim eylemlerimin, hakikat-i hâlde bana ait olmadığını, aslında “yapmadığımı”, “yaptırıldığını” idrak ediyorum.
Ramazan diyor ki:
Yapan sen değilsin, gururlanma!
Allah’ın mülkünü gasp etme!
Senin gücün yetmez.
Senin elin ve iktidarın kısa, iraden cüz’îdir.
Hasenat Allah’tan, seyyiat sendendir.
Yapan sen değilsin! Yürüyen sen değilsin!
Yanlış anlaşılmasın, insan irade eder, talep eder, niyet eder vs. Ama hepsi o kadar… Yaratan Allah’tır, vücuda getiren Allah’tır.
İnsan iradesi, bir “şart-ı adi”dir, yani Allah’ın hikmeti, izzet ve azameti gereği, aklın nazarına perde kıldığı basit bir sebep.
İnsan, yürümeyi ‘diler’ sadece… Yürüme eylemini, tüm fonksiyonlarıyla yaratan Allah’tır.
İnsan, yemeyi ‘diler’ sadece… Yeme eylemini, vücuttaki tüm diğer mu’cizevî gerekleriyle birlikte yaratan Allah’tır.
İnsan, düşünmeyi ‘diler’ sadece… Beyni ve onun bu işlevini, yine tüm fonksiyonlarıyla yaratan Allah’tır.
İnsan, konuşmayı ‘diler’ sadece… Zihnin, dilin vs. her hâlini ve ihtiyacını yaratan Allah’tır.
İnsan, sevmeyi ‘diler’ sadece… O duyguyla beraber, kalbi, gönlü, duyguları o “eyleme” kabiliyetli yaratan Allah’tır…
Ve insan… ‘diler’ sadece işte…
Evet, insanın yaptığı, dilemekten, istemekten başka bir şey değildir…
Duasıyla ister insan…
İhtiyacıyla ister…
İstidadıyla ister…
Ama sadece ister…
Allah ise, hikmeti ve rahmeti iktizasınca, tüm isteklere Cevap Veren’dir. Cevapsız hiçbir istek bırakmaz. Ya aynen verir, ya daha iyisini verir, ya da hiç vermez… Hiç vermemesi de bir cevaptır. Çünkü, “veren” O olduğu gibi, “vermeyen” de O’dur.
İşte Ramazan orucu, nimetten muvakkaten çektirdiği “ellerin sahibine”, aslında “sahip olmadıkları”nı hatırlatır.
Şimdi bak bakalım ellerine! Aç avuçlarını, parmaklarını… Her bir parmağına “Kendi mührünü” vuran kim? Bu eller senin mi? Sen mi yarattın hâşâ? Her bir parmağını, her insanda farklı olan parmak damar şemasını ve izlerini sen mi icad ettin?
Uzatamıyorsun şimdi o mükemmel elini, bir bardakta ikram edilmiş “rahmet”e… İçemiyorsun onu kana kana… Çünkü mülk senin değil, sende emaneten duruyor.
“Emir olunmaz” ise, en adi ve en rahat bir işi bile yapamıyor, elini suya uzatamıyorsun.
Ramazan, kula “kul olduğu”nu hatırlatır; her şeyin “emir”le olduğunu bildirir işte.
Her şey O’nun emriyle halledilir… Her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir…
Ramazan, “Zaten ne oluyorsa her an, O’nun emri, izni ve dilemesi ile öyle oluyor” gerçeğini daha bir idrakimize yaklaştırır.
Sâir zamanlarda bir şekilde kendimize mal ettiklerimizin (özellikle kendi irademizin daha belirgin olduğu eylemlerin) ancak Allah’ın emir ve izni dairesinde gerçekleştiği hakikatini zihnimize, ruhumuza nakşeder.
O hâlde, bir “ayar”dır Ramazan. Kula “kulluk ayarı”dır.
Kula, gaflet toprağını atmak için sunulmuş rahmet fırsatıdır.
***
“İşte, Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi malik değil, memlûktür; hür değil, abddir. Emrolunmazsa, en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye, mevhum rububiyeti kırılır, ubûdiyeti takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer.”
“Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve mütemerridlere, zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor…”
(Bediüzzaman, Ramazan Risalesi, Dördüncü ve Beşinci Nükte’lerden)
İsmail Tezer
ismailtezer@gmail.com
İlk yorumu siz yazın