Çocuk ve Allah

Şu an elimde bir kitap var. Adı: Çocuk ve Allah. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın. “Allah” kelimesinin en çok kullanıldığı şiir kitaplarından olsa gerek.

Bu Eller Miydi! Bu eller miydi masallar arasından
Rüyalara uzattığım bu eller miydi!
Arzu dolu, yaşamak dolu,
Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan!
Bilyaların aydınlık dünyacıkları
Bu eller miydi hayatı o dünyaların!
Altın bir oyun gibi eserdi
Altın tüylerinden mevsimin rüzgârı.

Bu eller miydi kesen mavi serçeyi!
Birkaç damla kan ki zafer ve kahramanlık.
Yorganın altına saklanarak…

Ayrılmış sevgili oyuncaklardan
Kırmış küçücük şişelerini.
Ve her şeyden ve her şeyden sonra
Bu eller miydi Allah’a açılan!

Şiirin bir kısmını buraya aldık. Son dörtlükte ellerinin, kalbinin sonsuza açıldığını, insanın dua hâlini görüyoruz.

Duayı ne güzel tarif etmiş Fazıl Hüsnü Dağlarca. Her şeyden, her şeyden, her şeyden sonra… Allah’a açılan ellerimiz olmalı değil mi! Evet; O’nu tuttuk, bunu yakaladık; evet en son diyor elini O’na açıyorsun. Yakalamış, iyi yakalamış Fazıl Hüsnü. Yakında vefat etti, bi’ 5-8 yıl oluyor herhalde, 2008 diye hatırlıyorum. Ama güzel bir kitap bırakmış: Çocuk ve Allah…

Bakalım Fazıl Hüsnü’nün öteki şiirlerine diyeceğim de, fakat “Bu Eller Miydi?” şiiri ellerimize tekrar bakmamızı öğütlüyor.

Mesela “bilyaların aydınlık dünyacıkları”. Bilye oynamayan çocuk var mı? “Bilya” diye yazmış buraya; olsun. Şairler kelimeleri kendine göre kullanır zaman zaman. Anlatım bozukluğu gibi şeylere de pek itibar etmezler. Maksadını anlatmaya bakar. Sanatı zirvelemek adına bir şeyler yaparlar. Kelimelere sanatkârlar müdahale eder. Dışarıdan kelime alıp kaleme koymak teknik adamların işi değil. Sanat adamlarının işi o… Sanatçıları çıkarın dünyadan ne kalır geriye?!…

Düşün Yunus’un olmadığı bir dünya… Mevlana’nın olmadığı bir dünya… Düşünülebilir mi? Kimler aklınıza geliyor sanatçılardan, düşünürlerden? Şöyle bir düşünün. Onları çıkardığımızda dünya yaşanmaz olur. Neyi nasıl düşünecek, neyi nasıl yaşayacaksınız? Efendimiz’in (asm) olmadığı bir dünyayı düşünebilir misiniz?

“Sevgi alır başını giderdi; biliyor musunuz. O bize tebessüm ikram etti.”

İşte sanatçılar almış alacağı yerlerden alacağını ve bize göndermiş o incecik hediyeleri… Ve her şeyden, her şeyden sonra bu eller miydi Allah’a açılan… Onun O’na el açtığını biliyor şair ve bir çocuğun üzerinden bize duayı anlatıyor. Öldürdüğü serçeye üzülüyor.

Bir taşla biz birkaç kuş vurmayız, çünkü biz kuşa taş atmayız; atmamalıyız. İşte şair burada buna üzülüyor.

“Birkaç damla kan ki zafer ve kahramanlık!”
Yani onu kahramanlık olarak görüyordum çocukken, ki şimdi değil, demek istiyor.

“Yorganın altına saklanarak…”
Gecelerden korkardık değil mi… Evet, biraz… Ben de biraz biraz korkardım… Benim de böyle saklandığım olmuştur yorganların altına. Yıldızları seyrederek uyuduğum olmuştur. Ürperip yorganın altına kaçtığım olmuştur. Babam, annem; “Yat, yat!” dedikçe Kemalettin Tuğcu’nun o hikâyelerini yorganın altında okuduğum olmuştur; şöyle biraz ışık sızdırarak… Evet, lambayı dinlendirirlerdi. “Haydi, yat!” diye. Sonra kalkar, ışığı açar, okumaya kaldığım yerden devam ederdim. Artık ne zaman gelirlerse… Ne günlermiş!

Evet, ablasıyla arasında ne varmış Fazıl Hüsnü’nün?
“Ablacığım, nerede o günler
Yeşil erik yerdik sadece
Dersleri çabuk bitirip
Tahrir yazardık her gece”
Bak kolay şair olunmuyor demek ki. Tahrir yazardık her gece… Tahrir, ev ödevi, yazma ödevi… Tahrir… Muharrir… Sermuharrir, başyazar… Ne kadar unuttuğumuz kelime var değil mi? Unuttuğumuz her kelimede kendimiz varız. Ne kadar kelime hatırlıyorsak; o kadar varız. Ne kadar kelime unutuyorsak; o kadar kayboluyoruz. Kayboluyoruz unuttuğumuz her kelimede; haberiniz olsun!

“Artık kemanını bazen çalıyorsun.”
Demek ki az keman çalar olmuş ablası.”Bazen” da denir “bazen” de denir, şair “bazen”i tercih etmiş.

“Çocuklarından vakit kalmaz.”
Vay be, evlenmiş ablası…

“Yazık amma itiraf edeceğim Seni seviyorum daha az”
Gözden ırak olan gönülden de ırak olur ya, evet… Bir hasret duyuyor, ablacığına. Hasret geçmişe; özlem geleceğe duyulur; değil mi! “Nerde o günler!” deriz değil mi? Ben de geçenlerde ablamı ziyaret ettim. Evet, geçmiş, yıllaar geçmiş, çok şey geçmiş.

“Yeşil erik yerdik sadece.”
Evet, demek ki bahçelerinde bir erik ağacı var.

“Dersleri çabuk bitirip Tahrir yazardık her gece”
Ha dersleri çabuk bitiriyorlar, günlük tutuyorlar demek. Evet, bu ev ödevi değil demin ev ödevi demiştim. Hayır, hayır yazı yazıyorlar. Ablası da şair oldu mu acaba? Bilemiyorum. Fazıl Hüsnü’ye yaramış o tahrir işi. Ve ablasının keman çalmasını istiyor; hasret kalmış.

“Artık kemanını bazen çalıyorsun
Çocuklarından vakit kalmaz.”
Çoluğa çocuğa karışmak insanın sanatına da etki ediyor demek ki… Etmeyenler de var. …

“Yazık amma itiraf edeceğim”
Hem üzülüyor hem de itiraf ediyor.

“Seni seviyorum daha az”
Sevgisi azalmış; sonra tekrar çoğalmıştır ha yıllar geçtikçe. Öyle tahmin ediyorum. Bir de hastalığını anlatır, “Ağır Hasta” isimli şiirinde:
“Üfleme bana anneciğim korkuyorum
Dua edip edip, geceleri.
Hastayım, ama ne kadar güzel
Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri.”

Biz de öyle olmaz mıyız hastalanınca. Sanki vücudumuz bir yere yüzer gibi gider. Biz bizde değilizdir. Hele çocukken… Hasta olmuşuzdur. Başımızda birileri… İşte hastalık böyle bir şey… Yalnız olmadığınızı hatırlarsınız. Pervane gibi dönerler etrafınızda.

“Niçin böyle örtmüşler üstümü
Çok muntazam, ki bana hüzün verir.
Ağarırken uzak rüzgârlar içinde
Oyuncaklar gibi şehir.”
Kocaman bir şehir oyuncak gibi gözüküyor.

“Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum”
Yüzüyle görmesi enteresan değil mi?

“Ağlıyorsun, nur gibi.
Beraber duyuyoruz yavaş ve tenha
Duvardaki resimlerle nasibi.”
Evet, her şey nasip işi…

“Anneciğim, büyüyorum ben şimdi,
Büyüyor göllerde kamış.
Fakat değnekten atım nerde
Kardeşim su versin ona; susamış.”
Değnekten ata binerdik değil mi? Ahh çocukluk… Evet, işte şiirleştirmiş. Keyfince şiirleştirmiş onları.

“Çocuk, Gece ve Ayakkabılar” isimli şiirde bakalım ne diyor:
 “Gece olunca herkesten gizli
Bir işimiz vardı çok garip.
Ayakkabıları dizerdik kardeşimle
Hırsızlar gibi taşlığa inip.
Babamınkiler bir yanda benimkiler bir yanda
Biz iki erkek.
Gecenin ve mesafenin karanlığına karşı
Kim bilir neler düşünerek.”

Evet, ayakkabı diziyorlar. Neler düşünerek, o da onu bilmiyor ki… Çocukken yaptığımız şeylerin kaçını niçin yaptığımızı biliriz ki… “Çocukluk…” der geçeriz.

“Korku” şiirinden de iki dörtlüğe bakalım mı:
“Korkuyorum anneciğim, nerde ellerin
Bu gecelerden ki kalbe aşina
Havalarda büyük misafirlikler dolaşıyor.
Korkuyorum değerken karanlığın hayatına”

“Korkuyorum anneciğim ellerin nerde
Okşa benim saçlarımı rüyaya bedel.
Garip ninnilerle uyut beni,
Korkuyorum yaşamaktan ki, çok güzel.”

Çok güzel, yaşamak şairi korkutuyor. Anneciğim ellerini ver diyor, korkuyorum… Evet insan, yani burada çocuk en yakın kime, çocuk annesine çok yakın. Annesi de Allah’a yakın. Alıp onu da Allah’a götürecek. Anneler… Kıpır kıpır dua eden dudakları… Annee, diye bağırırız ya bir korkuda aslında: “Sen Allah’a çok yakınsın, elimden tut ki ikimiz beraber korkusuzlaşalım” diyor ve aslında annesinden, Allah’a koşmak istiyor, Allah’a ulaşmak istiyor. ‘Anne bana, senin o hep yakın olduğunu anlat’ demek istiyor çocuk aslında.

Giderken beni karanlığa terk etme; o cümleyi söyle: Allah’a ısmarladık…

 

(Hafta içi her gün saat 17.00’da, tekrarı 21.30’da İstanbul Bizim Radyo’da yayınlanan “Keyfince Lügât” programından deşifre edilmiştir.)

1 Yorum

  1. “Bilya” sözcüğü şairin kendi kafasına göre kullandığı bir sözcük değil. Konya, Kayseri, Niğde, Nevşehir gibi Orta Anadolu şehirlerinde bu sözcük çocukların ağzında “Bilya” diye geçer. Şair bu sözcüğü bilinçli kullanıyor yani.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*