Durma, Kendini Anla(t)!

İnsan, anlamak ve anlaşılmak üzerine bir hayat sürüyor sevgili okur. Ancak ne var ki, kelimeler her şeyi ifade etmeye yetmiyor. Hikmet Benol’un da dediği gibi: “Kelimeler bazı anlamlara gelmiyor.” O zaman, o anlatamadığı şey, insanın içinde düğümlenip kalıveriyor. Bu düğümler kimi zaman ruhu besleyen damarları tıkıyor. İnsanın dilinde bağ, kalbinde taş, ruhunda karanlık olabiliyor. Biz böyle diyoruz, psikoloji travma diyor, melankoli diyor, depresyon diyor vs.

Bu, “Anlatsam anlatamıyorum, sussam ruhuma kara bulutlar çöküyor” durumuna karşı geliştirilen bir yöntem, sanat terapisi. Danışan ve terapist arasındaki sözlü iletişimin yeterli gelmemesi veya hiç var olamaması gibi durumlarda oldukça kritik bir öneme sahip. Burada amaç, bir sanat eseri ortaya koymak değil. Amerikan Psikoloji Birliği, sanat terapisinin amacını, “kendini ifade etmek” olarak tanımlıyor. Şimdi, işin klinik tarafında değiliz zaten, o kadar bilgimiz de yok. Sanatın, kişinin kendini ifade etmesini sağlaması yönüyle bir terapi yöntemi olarak kullanıldığını atalım cebe ve devam edelim.

Sık sık bu köşede vurguladığımız, hatta geçen ay direkt üzerine yazdığımız bir mesele var. Sanatın aslında ne olduğuyla ya da herkesi hayran bırakan, yüzyıllar sonra bile insanların üzerine konuştuğu sanat eserleri bırakmakla ilgilenmiyoruz.

Pablo Picasso diyor ki, “Sanat günlük hayatın tozlarını temizleyip akıtıyor ruhumdan.” Bazı şeyleri analiz etmek güçtür sevgili okur. Dahası analiz etmeye gerek de yoktur. Sanatın günlük yaşamın tozlarını temizleyebilmesini kelimelerle anlatmaya çalışmak da oldukça güç bir eylemdir, sanatın terapi etkisi herkesin kendi içerisinde hissettiği biricik bir deneyimdir. Yine de illa ki üzerine konuşacaksak, genel geçer ifadeleri bırakalım da o biricik deneyimlerimize yollanalım. En sevdiğiniz şiiri ilk okuduğunuzda ruhunuzu sarsan o bambaşka tadı hatırlıyor musunuz? Ya da bazı müzikler vardır, dinlediğiniz anda sizi bu diyardan alır bambaşka âlemlere sürükler. Peki, ya baktığınız, sonra yine ve yeniden bakma gereği hissettiğiniz, daha doğrusu görmenin derinliklerine ulaşmak istediğiniz görsel eserler…

Açık konuşalım, öznel bir yorum olabilir, ancak biz inanıyoruz ki insanda ciddi mânâda etki bırakan sanat eserleri, sanatçısının kalbinden, ruhundan, ta en derininden çıkıp gelmiştir. Sanatçının kuvvetli bir duygu aktarımıdır. Bu sebepledir ki muhatabının gözünden, dilinden, kulağından ruhuna bir yol bulabilir. İnsan hanesinin pencerelerine çarpıp geri dönmez, yere düşmez. Peki, sanat eserine muhatap olmak insanın iç dünyasında, mânâsında kuvvetli bir değişimi başlatabiliyorsa üreten taraf için ne ifade ediyor olabilir?

Dedik ya, bunun teorisi üzerine konuşmanın çok bir mânâsı yok, en azından bizim için. O yüzden aktif olarak ürettiğimiz zamanlara hayâlen gidelim. Sanat sanat diyoruz, ama klasik sanat dallarıyla sınırlamayalım kendimizi, sanat gibi yaptığımız herhangi bir üretim1 faaliyetini düşünelim. Bir şey üretmenin ilk aşaması çoğunlukla güçlü bir tedirginliktir. Temizlik yaparken önce biraz dağıtmak gerekir ya, bu aşamada da insan dağıtır biraz kendini; ortaya döker anılarını, duygularını, hayâllerini, imgelerini. Bu kalabalık ve karışıklık, tedirginlik olarak hissedilir. Sonrası yavaş yavaş toparlamaktır, yeni bir düzen oluşturmaktır. Toparlanma aşaması, kişinin dünyasında bir odaklanma ve gerçek dünyadan kopuş olarak belirir. Dağıta dağıta ve toparlaya toparlaya, hâlden hâle çevrile çevrile insan bir şey üretir. Ancak insan yalnızca yeni bir “eşya-eser” üretmiş değildir, aslında insan zahiren üretirken iç âleminin iplerindeki karmaşık düğümleri çözmüş, kendinden yeni bir “ben algısı” örmüştür. Artık insan baştaki insan değildir.

Farklı biri olmak ne işe yarar? İçindeki karmaşadan kurtulmanın, bir şeyler üretmenin anlamı, gayesi ne peki?

İnsanın şu hayatta taşıdığı akıl, şuur, ene gibi yüklerle bir amacı olmadan nefes alması mümkün değil. Sanat mı, yani amacımız dersek, tabiî ki hayır. Yani bunu bir amaç olarak almak isteyenler olabilir, ancak biz o kadar basit olduğunu düşünmüyoruz. Esas gaye anlamak, Sâni’ olana muhatap olmak, kâinattaki ve kendindeki sanatı anlamak. Bunun yolu da biraz anlatmaktan geçiyor, insan anlattıkça anlayabilir hâle geliyor. Başta bahsettik, ortaya bir şaheser çıkarmak değil önemli olan, önemli olan süreç. Bu süreçte kendisini fark eden, tanıyan, değişen insan, tabiri caizse iç dünyasının aynalarını cilalayıp parlatıyor. Evet, insan bir ayna. Samed aynası. Ancak aynaları her zaman cam gibi parlak değil, kimi zaman bulanık ve karışık, katman katman toz içinde, belki balçığa gömülü hâlde. Yegâne fonksiyonu “yansıtmak” olan aynanın kirli, tozlu olması aynayı fonksiyonsuz hâle getiriyor.

Yansıtabilmesi için bütün bu kirlerden arınması gerekiyor. Şuurlu bir aynada, aynayı temiz tutma görevi de aynanın kendisine ait oluyor. İşte bütün “sanat yapma”, “eser üretme” faaliyetleri bu şuurlu temizlenmeye hizmet ederse bir anlam, amaç kazanıyor.

Asıl fonksiyonumuzu her daim hatırlayabilmek; aynamızı, aynalığımızı temiz tutabilmek duasıyla sevgili okur.

 

1) Üretim ve üretmek kelimeleri, belirli bir şeyi çoğaltmak manasında kullanılmamıştır. İlham yoluyla insanın kendi öznelliği içerisinde yeni bir şey üretmesi kastedilmektedir.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*