Delil yoksa zan da yok!

Hayatta bilgi akışı kesintisiz devam etmektedir. Kendini sosyal hayattan kısıtlamadıkça bir insan, sürekli yeni bilgilere muhatap olmaktadır. Kişi bu bilgileri zihin filtresine tâbi tutmazsa, yanlış bilgilerle zihnini doldurabilir. Yanlış bilgiler zihinde yer buldukça, bir kanser hücresi gibi, büyüyebilir, yayılabilir, gelişebilir.

Her zihnin bir filtresi vardır, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayıran. Filtreyi Veren (cc) de, “Onlar hiç düşünmezler mi?”, “Düşününüz!”, “İbret alınız!” buyurarak teşvik etmiştir.

“Malûmdur ki: İnsanda müdebbir-i galip (üstün gelen kuvve), ya akıl veya basardır (görme). Tabir-i diğer ile ya efkâr (fikirler) veya hissiyattır. Veyahut ya haktır veya kuvvettir. Veyahut ya hikmet veya hükûmettir. Veyahut ya müyulat-ı kalbiyedir veya temayülat-ı akliyedir (aklî meyiller). Veyahut ya heva (nefsî arzu) veya hüdadır (hidayet)” der Bediüzzaman.1

Hislerini ön planda tutan kişi, sadece kendini düşünmeye meyillidir. Aklı öncelemeyip hisleriyle davranan kişide, sorgusuzca bağlanmak vardır, tarafgirlik vardır, heva ve heves vardır; bunun sonucunda toplumda ihtilâf olur. Çünkü kişilerin hevesleri ve istekleri şahsîdir ve farklıdır. Herkes kendini düşünürse, toplumsal çatışmalar meydan bulur.

Ancak efkâr nurlanırsa, toplumun hukuku nazara alınır. Şahsî menfaatten ziyade, umumî menfaat düşünülür. Fikirlerini çalıştıran kişi, hislerini de aklına hizmetkâr eyler. Sonuçta, vatanı ve toplumu için ruhunu feda edebilecek bir ruh hâline sahip olur. Himmetini ve gayretini milletine veren insanlar, arka planda aklıyla hareket ederler, hislerini fikirlerine hizmetkâr yaparlar.

Risale-i Nur davasında bulunan her bir kişi ise, bu zamanın insanıdır. Ve geleceğin adayıdır. Bu cihetle bakılırsa, delilsiz ve süslü sözler ve iddialar onu tatmin etmez. Her sözü zihnine almaz. O, delil ister. Karşı tarafın hitabet gücüyle değil, delilleriyle ilgilenir. Cümlenin süsüne değil, özüne taliptir. Böyle olunca da, bir Nur Talebesi’ni safsatalarla aldatmak mümkün değildir.

Muhakemat Sekizinci Mukaddeme’de Bediüzzaman, bu konu hakkında önemli tespitlerde bulunuyor: “Saltanat-ı efkârın (fikirlerin hükümranlığı) icra-i hasenesindendir ki: Hakaik-i İslâmiyetin güneşi, evham ve hayalât bulutlarından kurtulmuş, her yeri tenvire (nurlandırmaya) başlamıştır.”2

“Vakta ki hâl sahrasında, istikbal dağlarına daima yağmur veren hakaik-i hikmetin (hakiki ilimlerin) maden-i tebahhuratı (buharlaşma yeri), efkâr ve akıl ve hak ve hikmet olduklarından… berahin-i katıadan (kesin delillerden) başka, ispat-ı müddea (iddiaların ispatı) bir şeyle olmaz.”3

Toplumsal hayatın zehri: Sû-i zan

Yazının devamına dergimizin Aralık sayısından ulaşabilirsiniz…
Dipnotlar:
1) Muhakemat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2018, s. 46
2) age., s. 48
3) age., s. 47

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*