Ruha bir teneffüs: İbadet

Başlangıcını ve sonunu öngöremediğimiz, büyüklüğünü anlamaya matematiğimizin, algoritmalarımızın, hayâllerimizin yetmediği bu koskoca evrende şuurlu, idrakli, akıllı işler yapabilen, bunları düşünerek, tasarlayarak, sonuçlarını tahmin ederek planlayıp uygulayabilen tek mahlûk insan.

Evet, çok düzenli bir fabrika gibi işleyen kâinat gemisinin en kıymetli yolcuları biz insanlarız. Başka hiçbir yaratılmışa verilmeyen kabiliyetler insanın programına yüklenmiş. Bir diğer deyişle koskoca kâinat insanın emrine verilmiş. Hiçbir şeyi abes yaratmayan Cenab-ı Hakk’ın, kâinat ağacının en nadide meyvesi insanın, bu kabiliyetlerini amaçsız ve nedensiz, sadece nefsânî isteklerini tatmin etmesi için verdiğini düşünmek, ancak abesle iştigaldir.

Zaten insanoğlu da, var olalı beri bu hayatın anlam ve mânâsını aramış. Rahmeti sonsuz olan Cenab-ı Hak, insanın bu fıtrî arayışına mukabil, vazifelendirdiği yüz yirmi dört bin peygamberle aynı mesajı göndermiş, insanlardan ancak kendisine ibadet etmesini istemiş.

Peki ibadet neden bu kadar önemsenmiş, ibadetin mânâsı nedir?

İbadetin mânâsı, bir yönüyle, kulun Allah’ın huzurunda kusurunu, âcizliğini ve fakirliğini görüp, hayret ve muhabbetle secde etmesidir. Kendisini yaratan, tedarikinde gücünün asla yetmeyeceği nice nimetle çevresini donatan Yaratıcı’sına teşekkürlerini ve hamdlerini sunmasıdır. Bu yönüyle insanın en fıtrî vazifesi de ancak Allah’a ibadet etmesidir. Aynı zamanda insanın maddî ve mânevî bütün sıkıntılarından bir an olsun uzaklaşıp sonsuz şefkatli bir zatın huzuruna varması, el açıp meramını ifade etmesidir. Evet, ibadetin zahiren bir külfeti, bir ağırlığı vardır, fakat mânâsındaki rahatlık ve hafiflik tarif edilmez.

İbadetin insan için önem ve kıymeti bu minvalde iken, günümüz İslâm toplumları incelendiğinde göz yaşartıcı bir tabloyla karşılaşılır. Peki günümüz Müslümanları olan bizleri  ibadetten uzaklaştıran, alıkoyan etkenler nelerdir? Günahı-sevabı bilen, Cennet ve Cehennem’den, ebedî hayattan haberdar ehl-i imanı gaflete iten düşünce ve meşgaleler neler olabilir, diye düşünüldüğünde başı çeken etkenlerden birinin, insanın, tevehhüm-ü ebediyeti, yani bu dünyada sonsuza dek kalacakmış, hiç ölmeyecekmiş gibi düşünmesi olduğu söylenebilir.

21. yüzyılda; fizikî ve teknolojik imkânlar itibariyle hayatın inanılmaz bir hıza ve kolaylığa ulaşması ve bununla beraber varılan noktada giderek yalnızlaşan insanın, birden bine çıkmış olan ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına yorucu ve yoğun iş hayatına atılmış olması, bu düşüncenin somut bir örneği olarak gösterilebilir.

Bütün bu koşuşturmaların içinde insanın Rabbini ve kulluğunu unutması, ortalama altmış-yetmiş senelik dünya hayatı için harcadığı vaktini, kendisine ömür sermayesini veren Yaratıcı’sından ve emirlerinden gafletle geçirmesinin neticesi ancak büyük bir kayıp olacaktır. Bu bağlamda bizlere düşen helâl yollardan rızkını aramaya devam ederken, yaratılış amacımızı unutmamamız, bize verilen gençliğin ve ömür dakikalarının bir kısmını ibadet ile bâkîleştirmemizdir.

Antidepresan kullanımının müthiş bir hızla yükseldiği günümüzde insanın istek ve şikâyetlerini, sonsuz kudrete sahip Allah’a namaz ile dua ile sunması bütün bu koşuşturmalardan ve yoğunluklardan bunalan insan ruhunun bir teneffüsü olarak değerlendirilebilir.

İbadetlerden uzaklaştıran düşüncelerden bir diğeri, insanın, günümüz teknolojik imkânlarının da verdiği gafletle kendini güçlü zannetmesidir. Bir tıkla her bilgiye erişebilen, bir düğmeyle dünyanın her yerinden anlık haberlere ulaşabilen insanın, aslında ne kadar güçsüz olduğu, gözle görülemeyen bir virüs ile durma noktasına gelen toplumsal hayat ile bir kez daha gözler önüne serilmiştir. İşte bu bağlamda ibadet, insanın bütün âcizliğiyle Yaratıcı’sının huzuruna varması, gücünü ve kudretini kabul etmesidir. Bunun nihai neticesi de, insanın, hayvanî ve nefsânî duygularına gem vurması ve gücünün sınırlarının farkına varmasıdır.

Günümüzde insanı ibadetten alıkoyan bir diğer husus da internet, televizyon, telefon gibi nefsin hoşuna giden ardı arkası kesilmeyen mâlâyânî meşguliyetlerdir. İnsan fıtratı itibariyle, hazır bir parça lezzeti, ilerideki sonsuz lezzetlere tercih edebilir. Ancak bir mü’min, yaptığı zerre kadar iyilik ve kötülüğün karşılığını bulacağını, fiillerinin sorumluluğunu üstleneceğini ve kendisine verilen bütün nimetlerden hesaba çekileceğini bilir.

Bu noktada; yirmi dört saatten bir saatte namazı, on iki ayın sadece bir ayında orucu, verdiği maldan ancak kırkta biri için zekâtı ve sadece hâli vakti yerinde olanlara haccı emreden, buna karşılık sonsuz bir mutluluğu vaad eden bir Zât’ın (cc), bu teklifini geri çevirmek akıl kârı değildir. İbadet ile ebedî hayatı kazanmak, insanın kendisine ihsan edilen ömürde yapabileceği en büyük ticarettir. Vücuda da o kadar ağır değildir.

Yine insanı ibadetten alıkoyan düşünce ve davranışlardan bir diğeri, geçmişte kıldığı namazları, ibadetleri ve gelecekte yapmaya devam edeceklerini düşünüp, bugün sabırsızlık göstermek ve umutsuzluğa kapılmaktır. Geçmiş zaman bâkî meyvelerini bırakıp gitmiş, gelecek vakit de henüz gelmemiş ve gelmesi de meçhul olduğu için insana düşen, bulunduğu ânı düşünüp en iyi şekilde geçirmeye çalışmasıdır.

Sonuç olarak, kendisine yapılan iyilikleri teşekkür ve minnetle unutmayan bizlerin; yeryüzünü çok büyük bir sofra gibi döşeyen, kâinatı emrimize veren Yaratıcı’mıza hamd ve tesbihlerimizi sunmamız en fıtrî vazifemizdir.

En derin ihtiyaçlarımızı bilen, bize bizden daha yakın olan Zât’ın (cc) huzurunda minnet, hayret ve muhabbetle secde etmek, her bir mahlûkun kendi lisanları ile yaptıkları tesbihleri, eşref-i mahlûkat olarak Cenab-ı Hakk’a sunmak ise aslî vazifemizdir.

On bir ayın sultanı, ayların padişahı Ramazan’ı, içinde bulunduğumuz gafletten uyanarak geçirmek dileğiyle.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*