Esbapperest ve zahirperest hükümlerin güdümünde evham

Günlük koşuşturmalarımızın hız kesmediği, birçok kimsenin alabildiğine dünyaya perestiş ettiği bir dönemde, gece yarısı yapılan bir açıklamayla birden bire gündemimiz değişti. Kimimiz dalgasını geçti, “Korona bizden korksun” dedi, kimimiz şarkısını yaptı, kimimiz de bir süredir sosyal paylaşım ağlarında izlediği videoların da etkisiyle dehşete kapıldı, ömründe ilk kez tanık olduğu bu hadise karşısında ne yapacağını bilemedi. Marketlere koşanlarımız, raflarda un bırakmayanlarımız…

Film senaryolarını aratmayan sosyolojik ve psikolojik bir hadiseyi hep birlikte yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Bunca dramatik hadise karşısında, çekirdek çıtlatıp kaygısız kalanların yorumunu da size bırakıyoruz.

Ancak biz, bu tamamen gerçek olan filmde gördük ki; küreselleşen dünyada teknolojik ve komünikasyon imkânlarla dünyalarca bilgiye ulaşıp öğrenen bizler, başta korku duygumuz olmak üzere, kendimizle ilgili bilumum durumu tanıyıp keşfedememişiz. Ya da keşfetmemizi engelleyici labirentler önümüze dizilmiş.

Bu keşfedemeyişimize bir de, kendisi de bir teori olan, ama bu teorinin dışındaki her şeyi bilimin dışına iten materyalist kuşatmalar eklenince, esbapperest ve zahirperest hükümlerin esiri oluyoruz. Bu esaret, her ne kadar COVID-19 hastalığına yakalanmasak da, öyle ya da böyle bir başka hastalığın hudutlarına bizi sürüklüyor.

Bu sınırlarına yaklaştığımız ya da içine girdiğimiz hududun adı ise psikoloji literatüründe obsesyon, namıdiğer vehim. Evhamı (vehimler), olmayan bir şeyin olduğunu ya da olacağını zannedip meraklanma olarak tanımlayabiliriz. Anlayacağınız, olmayan bir düşmanı varmış gibi tahayyül edip sabır kuvvetinden müteşekkil orduyu sağa sola gönderip merkezi boş bırakıyoruz. Bu farazî düşmanın zarar ihtimâli ise ya çok az ya da hiç yok. Bu mevcut hâlimiz, evhamın birçok çeşidinden bir tanesi olan ‘hastalık hastalığı’ olarak da tabir edebileceğimiz, hastalık kapma obsesyonu ya da diğer adıyla somatik obsesyon.

Peki biz bu hâle nasıl geldik?

Eve kapanmışlığın verdiği his ve duygularla televizyona ve sosyal medyaya hücum etmek… Ekranda birbiri ardına geçen rakamlar… Vaka ve ölüm sayıları… Bilgi kirliliği… Belirsizlik… Üstüne her gün tekrar tekrar işittiğimiz ölüm haberleri… Hastalıkla ilgili pek çok haklı direktif, ama esbapperest ve zahirperest nazarlar ve hükümler…

Fikir bunlarla meşgul olurken şeytan fırsat buluyor, merak duygusunu tahrik ederek ‘acaba’larla başlayan kuruntuları serpiyor, öne sürüyor. “Acaba hastalanır mıyım? Sıvı sabunla elimi yıkadım, ama sıvı sabunun kabına dokundum, acaba ondan bulaşır mı?” Şeytan evvela kalbe şüpheyi atıyor, oradan fırsat bulamazsa hayâle gönderiyor. Eğer bu hayâlin bir vehim olduğunu idrak edemezsek, müthiş bir heyecan insanı sarıveriyor. İleri boyutlarında, stres ve kaygıya bağlı olarak bedensel bir takım bozukluklar meydana gelebiliyor. Hatta kişi, bu bedensel belirtileri Korona Virüsü belirtisi olarak yorumlayarak mevcut durumu daha da şiddetli hâle getiriyor.

Bilhassa vehham insanlar, habbeyi kubbe yapar, onların kuvve-yi mâneviyeleri çabuk kırılır. Akıl ve sıhhati elinden gider. Hâlbuki “Cenab-ı Hak havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrip için değil ve hayatı ağır ve müşkül ve elîm ve azap yapmak için vermemiştir.”1

İnsan öncelikle Allah’tan korkmalı. Kâmil insanlar acizlikte ve havfta (korkuda) öyle bir lezzet bulmuşlar ki, kendi havl ve kuvvetlerinden şiddetle uzaklaşıp, kendi acziyetlerini hissederek Allah’a sığınmışlar. Böylece aczi ve havfı kendilerine şefaatçi yapmışlar. Bizler Kadir-i Zülcelal’in gözle görülemeyen bir virüsü karşısındaki acziyetimizi ve hadsiz hatalarımızla başımıza musallat ettiğimiz bu hastalık karşısında Cenab-ı Hakkın azabından duyduğumuz korkuyu idrak ve hissederek, yine Rahim-i Zülcelal’e sığınmalıyız. Çünkü Ondan başka kapı yok, sığınılacak yer yok!

“Evet, Hâlık-ı Zülcelâl’inden havf etmek, Onun rahmetinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir. Havf bir kamçıdır, Onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir valide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü şefkat sinesine celb ediyor. Hâlbuki bütün validelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem’asıdır. Demek havfullahta azîm bir lezzet vardır.”2

Bu vehim hastalığının en tesirli ilacı, ehemmiyet vermemektir. “Ehemmiyet verdikçe o büyür, şişer. Ehemmiyet vermezse küçülür, dağılır. Nasıl ki arılara iliştikçe insanın başına üşüşürler; aldırmazsan dağılır. Hem karanlıkta gözüne sallanan bir ipten gelen bir hayale ehemmiyet verdikçe büyür hatta bazen onu divane gibi kaçırır. Ehemmiyet vermezse âdi bir ipin yılan olmadığını görür, başındaki telâşına güler.”3  “Ne vakit o merakı, kazaya rıza ve tevekkül vasıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi, maddî musibet hafifleşe hafifleşe kökü kesilmiş ağaç gibi kurur, gider.”4

Şunu belirtmek gerekir ki, bu hastalığın bir vazifesi var. Sen başıboş olmadığın gibi bu hadiseler de başıboş değiller. Zerreden Şems’e kadar her şey Kadir-i Zülcelal’in taht-ı emrinde hareket ediyor. Hem O Rahimdir. “Her şeyi en güzel şekilde yaratır.”5 “Evet, kâinattaki her şey, her hadise ya bizzat güzeldir (…) veya neticeleri cihetiyle güzeldir. (…) Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. (…) Veba gibi hadiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok manevi çiçeklerin inkişafı vardır.”6

Sen bu güzellikleri görmeye çalış. Hem seni senden fazla düşünen Rabbine itimat et. Gel “Tevekkülle belâ yüzünde gül, ta o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül”.7

Dipnotlar:
1) Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 491
2) Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 399
3) Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 341
4) age. s. 27
5) Secde Sûresi: 7
6) bk. Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 259
7) age. s. 236

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*