Pandemi perdesini aralayan bir tefekkür

Mübarek Ramazan günlerinde, elimizde olmayan birtakım sebepleri Allahu Teala perde yaparak, pek çok açıdan hikmetli faaliyetlerini tefekkür etmemize imkân sağladı. Herkes, dünya koşturmacasının vermiş olduğu hayat meşgalelerinden fırsat bulamadığı enfüsî âlemine yolculuk yapmaya başladı.

Allah, kalınlaşmış enelerimizden, gafil kafalarımızdan, felsefenin bulanıklaştırdığı akıllarımızdan göremediğimiz hakikatleri, mikroskobik bir varlık olan çok küçük bir virüsle bizlere yakından gösterdi. İnsanın hâkimiyetinin mecazî olduğu, Allah’ın izni olmazsa, hiçbir fiil, hiçbir şe’n, hiçbir kuvvetin tesirinin olmadığını idrak ettirdi. Âcizlik ve fakirliğimizi, bilimin hiçbir ilerlemesinin örtemeyeceğini, kudreti sonsuz bir Kadir-i Rahim’in dergâhına her zaman ilticaya muhtaç olmaklığımızı iliklerimize kadar hissettirdi.

Kur’ân ve Sünnet’in kıymetini bir kez daha anladık bu süreçte. Resulullah’ın (asm) ve onun arkasından gidenlerin günümüze ışık tutan faaliyetlerini okuduk. Her hâl ve şartta içinde bulunduğumuz durumu aydınlatan ifadeler, bize aslında hâlâ taze bir dinin mensupları olduğumuzu tekrar hatırlattı. Veba gibi topluma yayılan bir hastalıkta bile ne yapılması gerektiğini hadis-i şerifler bize gösterdi. Resulullah (asm), taunun önceki milletlere gönderilen bir hastalık olduğunu belirterek, böyle durumlarda veba hastalığının çıktığı yerlere gidilmemesi gerektiğini ifade etmiş, şayet bulunulan yerde ortaya çıkarsa o bölgeden dışarı çıkılmaması gerektiğini söylemişti.1 Buna riayet etmenin aslında ne kadar ehemmiyetli olduğunu geçtiğimiz birkaç ay içinde müşahede ettik.

Topluma gelen umûmî musibetlere, aslında toplumun ekserisinin davranışlarının sebep olduğu düşünüldüğünde, dönüp kendi fiillerimize, yapmayı ihmal ettiğimiz tövbelerimize, lillah için olmayan niyetlerimize, terbiye edemediğimiz duygularımıza bakmamız gerekirdi. Çünkü hadis-i şeriflerde ifade edildiği üzere, toplumda fuhuş ve zina aleni olarak yayıldığında veba hastalığı, ölçü ve tartı eksik yapıldığında geçim sıkıntısı, zekât verilmediği zaman o toplumun yağmurdan mahrum bırakılması gibi musibetlerin geleceği belirtilmişti.2 Kur’ân-ı Kerîm “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız”3 âyeti ile bizleri bu konuda 1400 sene evvel uyarmış, başımıza gelen musibetlerde nefsimizin payına dikkat çekmişti. Umuma gelen bu musibetler umumun hatasından meydana geldiği gibi, gitmesi için de yine umumun umûmî tövbesine ihtiyaç vardı.

Hikmet diyarı olan dar-ı dünyada, üç aylarda, bilhassa bin aydan daha hayırlı olan Ramazan Ayı’nda, Cenab-ı Hakkın dünyayı evine kapatıp toplumsal izolasyonu sağlamasında kuşkusuz bir muradı vardı. Bizden istenen bu hikmet perdelerini aralamaktı. Zira akletme, idrak etme, tefekkür etme nimetleri insana bunun için dercedilmişti.

Başımıza gelen bu hadiseye bakış perspektifimizi ise, Kur’ân hakikatlerini izhar eden Risale-i Nur’da bulduk. Kader cihetinden gelen her musibet taşının aslında musibet olmadığını, Rabbimizin hikmet denizlerinden birer parıltı, Onun isimlerinin birer cilvesi olduğunu düşündürdü. Ehl-i Sünnet bakış açısını yansıtan, Allah’tan gelen her şeyin ya bizzat ya da netice itibariyle güzel olduğunu müşahede ederek hastalık ve pandemi arkasındaki güzellikleri hep beraber okumaya başladık ve bir kere daha şükrettik. Yoksa Mutezile gibi sebeplere tesir vererek bu işlerin kendiliğinden olduğunu düşünmek veyahut Cebriye gibi kaderin elinde uçan bir yaprak misali olduğumuz vehmine kapılmak, kalbimizle birlikte ruhumuzu da incitirdi.

Çünkü bunların hepsi, Rabbimizin emri ile kudret perdesi altında iş görüyordu. Kader, her işte olduğu gibi bu olayda da hükmünü icra ediyordu. Hz. Ömer’in, Şam’da veba salgını olmasından dolayı şehre girmemesinin kaderden kaçmak olarak yorumlanmasına karşı vermiş olduğu cevapta, “Allah’ın kaderinden yine Onun kaderine kaçmak” demesi manidârdı.

Tedbir hiçbir şekilde kadere zıt olmamakla birlikte, Resulullah’ın (asm) bizden istediği bir davranış biçimidir. Çünkü sebeplere müracaat etmek bir dua-ı fiilîdir. Kaldı ki, böyle durumlarda tedbirli davranılmadığı takdirde hastalığı başka yerlere götürüp başka kişilerin yaşamlarını tehlikeye atmak söz konusu olabilmektedir. Kul hakkına riayet etmek noktasından da bakıldığı zaman, hadis-i şerife muvafık hareket etmek, bizleri hem sevaba mazhar edecek hem başkalarının hakkına girmekten muhafaza edecektir.

Yine hadislerdeki ifadelerde bu hastalık nedeniyle vefat edenlerin şehit sevabına mazhariyetlerinin olduğunu müşahede etmekteyiz: “Tâun hastalığı, Allah Teâlâ’nın dilediği kimseleri kendisiyle cezalandırdığı bir çeşit azaptı. Allah onu mü’minler için rahmet kıldı. Bu sebeple tâuna yakalanmış bir kul, başına gelene sabrederek ve ecrini Allah’tan bekleyerek bulunduğu yerde ikâmete devam eder ve başına ancak Allah ne takdir etmişse onun geleceğini bilirse, kendisine şehit sevabı verilir.”4 Hadis-i şerif, aslında biz mü’minlere, karantina uygulamasının bizzat tarafımızca yürütülmesinin gerekliliğini göstermektedir.

Toplumsal hayatı yakından ilgilendiren böyle bir konuda İslâmiyet’in almamızı istediği tedbirler din-i Mübin’in şebabetini koruduğu ve aramızda yaşadığını göstermektedir. Aslında dini bir bütün olarak düşündüğümüzde, temizliğe verilen önemin anlaşılıp hayata geçirilmesi de günümüzdeki virüs salgını gibi salgınların önüne geçilmesi için en temel davranışlardan biri olacaktır. Dışarda üzeri açık yiyecek bırakılmayıp üzerinin örtülmesi de hadis-i şerifte alınması gereken tedbirlerden biri olarak kaynaklarda yerini almaktadır.5

İslâmiyet’in istikbalimizi aydınlatan ışığı ile yol almaya devam ettiğimiz müddetçe, hastalıklar maddî ve mânevî olarak üzerimizden biiznillah kalkacaktır. İmtihan olduğumuz bu süreçte bizden beklenilenleri hakkıyla yerine getirmek ve sabretmek sınavımızı vermeyi  kolaylaştıracaktır.

Duamız; Rabbimizin kudret kalemiyle yazdığı hikmet satırlarını okumayı, her bir işte Onun elini, izini ve yüzünü görmeyi cümlemize ihsan etmesidir.

Dipnotlar:
1) Buhârî, “Tıb”, 30; Müslim, “Selâm”, 92-100
2) İbn-i Mâce, Fiten, 22; Hâkim, IV, 583/8623
3) Bakara Sûresi: 195
4) Buhârî, “Tıb” 31; Ayrıca bk. Buhârî, Enbiyâ 54; Kader 15; Müslim, Selâm 92-95
5) Buhârî, Eşribe, Bab 22, Bed´u´l-Halk: 11

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*