Memleket

Tam bu satırları yazdığım esnada öğle ezanı okunuyor. Arka planda ise ezana eşlik eden çakal ulumaları. Çocukluğumdan beri memleketimdeki bu olaya hayret ederim. Sanki bilhassa akşam vakitlerinde, bir kısım çakallar okunan ezanla birlikte ulumaya başlarlar. Taşranın vahşileri bile ezana saygılı sanki. Geçen yazımızda toprağa özlem duyan bir şehirli olmaktan bahsetmiştik. Bu yazıda ise yeşil memleketimin tasvirini yapayım istedim.

Yüksek bir dağa kurulmuş köyümüzde hava olabildiğine temizdir. Hele ıhlamurların yahut kestane çiçeklerinin açtığı vakitte geldiyseniz, havadaki o tatlı kokuyu tarife imkân yoktur. Eğer daha merkezî bir yerde oturuyorsanız fabrikalardan gelen çay kokusu da ayrı bir güzeldir. Yaylaların havası ise bir başka olur. Nihayet derece bozuk yollardan ve virajlardan yavaş yavaş ilerleyerek çıkarken bir anda hava değişir. Hani tuzlu su ile tatlı su arasında görünmez bir sınır vardır ya. Sanki yaylanın havasını da ayıran bir sınır vardır. Eskisi gibi yaylalara gidip kalan olmadığı için iyice temiz olan bu havada, yüksekliğin de etkisiyle bir iki adım atsanız hemen nefes nefese kalırsınız. Bediüzzaman, Van’ın baharlarını çok över. Oranın baharını ve çiçeklerini hiç görmedim, ama bizim yaylaların da çiçek açma mevsimi Van’dan geri kalmaz herhalde. Başka yerde göremeyeceğimiz pembe, sarı, turuncu çiçekler adeta bir halı gibi tüm zemini kaplar. Bir de kayaların arasından fışkıran buz gibi “puğar” suları vardır.

Buralara çok yağmur yağmasından olsa gerek, İç Anadolu gibi bölgelere nispeten verimsizdir toprakları. Ama buranın milleti lahana çorbası, turşu, mısır ekmeği ve ayranıyla gayet mutludur zaten. Fazlasını aramaz. Ayılar yemediyse birkaç meyve bile vardır. Nedense geyik ve ceylanlara “av” denir memleketimde. Çayırda yahut yolda arabayla giderken av görmek ise büyük bir olaydır. Kişi büyük bir heyecanla geçenlerde gördüğü avı anlatır, herkes de hayret ile gülümser. Neden buna bu kadar seviniyorlar anlayamıyorum pek.

Arılar da köyümün bir parçasıdır. Kahvaltı esnasında balın, yahut tabaktaki armudun kokusunu uzaklardan duyup hemen musallat olurlar. Hatta bizim “bucek” dediğimiz eşek arıları ete bile gelirler. Bir bal sağımı olacaksa, kafası dumanlı ve sinirli arıların gazabından korunmak için bütün camlar ve kapılar kapatılır. Eğer şanslıysanız bir örümceğin ustalıkla bir arının ayaklarını birbirine bağlamasına veyahut bir eşek arısının ölü bir bal arısını kucaklayıp evine götürmesine şahitlik edebilirsiniz. “Bucek puni” denilen yabanî arı yuvaları muhteşem sanat eserleridir.

Köyümden bahsedip köyümün kedilerinden bahsetmemek olmaz. İstanbul’un sırnaşık kedilerine benzemez bu kediler. Sizin elinizle verilen nimetlerin asıl sahibinin kim olduğunu bilirler ve size pek iltifat etmezler. Çağırınca yemek yemeye gelen, ama sevmeye çalışınca kaçan bu yarı vahşi kedileri evcilleştirmeyi çocukluğumdan beri bir vazife bellemişimdir. Bu kedilerin en şaşırdığım hareketlerinden birisi, ne kadar aç olurlarsa olsunlar elimden yemek yememeleridir. Elimden yere bıraktığım an yerler ama. Ve ne zaman bir kedi elimden yemek yerse, bu onu sevebileceğim, benden kaçmayacağı anlamına gelir. En güzeli de artık sesimi tanıyan bu kedilerin uzaktan çağırmamla yanıma koşmaları, başlarını okşamakla adeta bir motoru çalıştırır gibi mırıl mırıl “Ya Rahîm” çekmeleridir.

Burada birisi ölünce, evlenince ya da yolcuysa silah atılır. Bu mahalleden birisi silah atınca hemen karşı köyden cevap gelir. Bazen de bu sebeplerin hiçbirisi olmaz, yine de silah atılır. Silahtan başka atma türkü de atılırmış buralarda. 7’li hece ölçüsüyle söylenen bu dörtlükler Karadeniz insanının hazırcevaplığını ve zekâsını gösterir şekilde irticâlen1 söylenirmiş. Şimdilerde ise yaşlılarımızın dilinde bir hatıra olarak kalmış bu türküler.

İkliminden midir bilinmez, biraz kabadır buranın insanı. Kısa ve öz emir kipleriyle konuşur, konuşurken sesi yüksektir. Kötü niyetinden değil de öyle alıştığından yapar bunu. Neredeyse her köyün ayrı bir şivesi, kelime hazinesi vardır. Geceleri anlatılan cin düğünleri, perili hikâyeleri vardır. Korkmaya gerek yok tabiî, buraların hocası da çoktur.

Velhasıl, memlekettir burası. Tüm saydıklarımızdan önce memleket olduğu için sevilir. Çocukluğumuzun, anne ve babamızın çocukluğunun geçtiği yer olduğu için sevilir. Nasıl ki Rize benim memleketimdir, öyle de bu dünya dahi memleketimdir. Hamd olsun bu memleketin Sultanına ve onu intizamla idare edene!

Dipnotlar:
1) Doğaçlama
2) “Şu kâinat öyle bir saraydır ki, o sarayda mütemadiyen tahrib ve tamir içinde çalkalanan bir şehir var.. ve o şehirde her vakit harb ve hicret içinde kaynayan bir memleket var.. ve o memlekette her zaman mevt ve hayat içinde yuvarlanan bir âlem var. Halbuki o sarayda, o şehirde, o memlekette, o âlemde o derece hayretengiz bir muvazene, bir mizan, bir tevzin hükmediyor, bilbedahe isbat eder ki: Bu hadsiz mevcudatta olan tahavvülât ve vâridat ve masarif; her bir anda umum kâinatı görür, nazar-ı teftişinden geçirir bir tek zâtın mizanıyla ölçülür, tartılır.” (Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2020, s. 601)

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*